MÜMİNLERİ TAŞIMALI SİSTEM

e1fa67_dd5745af8f6c4a4da1519480331d9988

İstanbul’da doğup büyümeme rağmen babamın bir ara iş için ABD’ye gitmesiyle annem bizleri toplayıp köye götürmüştü.

Dört kardeş artık köyde yaşayacaktık. Sonbahar gelip de okullar açılınca ben de artık köy okuluna kayıt olacaktım. İlk okul 2. sınıfı köy okulunda okumaya başladım.

Okulla ilgili hatırlayabildiğim bir kaç anım kalmış aklımın bir yerlerin de. Yanımda ki sınıf arkadaşımın Halil olduğu ve lakabının Patates olduğu, İki gün de bir okula giderken okul çantamın dışında bir dal odun da okula götürdüğüm ve iki sınıflı küçük okulda aynı sınıfta üst sınıflarla aynı anda ders işlediğimiz. Bir de sınıfın en tembeli olduğum.

O dönemlerle ilgili sosyal yaşam ile aklımda kalan birkaç şey de her köyde sağlık ocağı ve bir ebenin olduğu, her okulda en az iki öğretmen olduğudur. Bu okumuş insanlara köylüler adeta taparcasına saygı duyarlardı. Bu insanlar ülkenin değişik şehirlerinden köylere atanır ve kendi kültürlerini de yanlarında ülkenin her yerine taşırlardı. Bilgi ve insanlık bu insanlar ile şehir şehir dolaşırdı adeta.

Önce sağlık ocakları kapandı köylerde, sonrasında masraflı oluyor diye okullar kapandı ve örgenciler devlet tarafından ücretsiz merkezlere taşındı. Bunun adına da taşımacılık sistemi dediler. Sosyal hayat bitti ama devlet bu işten gerçekten de tasarruf etti. Üç beş örgenci için köylere öğretmen atamanın ne anlamı vardı ki.

Geçenlerde bir aya yakın köyüme gittim biraz bedenimi biraz da ruhumu dinlendirdim. Köyümüzde hasta olan bir teyzenin vefatıyla da köyümüze yeni açılan üçüncü camisinde de cenaze namazına da katıldım. Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun, geride kalan yakınlarını da sabırlar dilerim.

Yaklaşık 180 hane olan benim köyüm de yaz ayların da 50 hane de, kış ayların da ise 5-10 hane de yaşam vardır.

Köyün en eski camisi Gran camisidir. Sonra Aycılı mahallesi kendilerine köyün aşağısına bir cami yaptı böylece köyün iki camisi oldu. Bu sene Seydili mahallesi de bir cami yapmış ve devlete müracaat etmiş imam ataması için. İmam daha atanmamış ama atanması yakın elbette.

Peki bu camileri dolduracak mümin var mı? Yok elbette, bayram dan bayrama %40-50 doluluk oranına ulaşıyor, oda uzun bayram tatili olur ve benim gibi gurbette yaşayanlar da köye akın eder ise.

Ortalama bir imam; maaşı, sigortası ve diğer maliyetleri ile devlete maliyeti 4 bin TL buluyor olmalı. Bizim köy için bu maliyet 12 bin TL olduğunu düşünürsek oldukça yüksek bir maliyet.

Bu maliyet için bir önerim var benim. Tasarruf etme adına müminleri köylerden taşımacılık sistemini öneriyorum. Ezanlar ortak bir yerden okunmaya başlamış zaten.

Din ve şekilcilik olunca olur mu öyle şey dediğinizi duyar gibiyim. Bana göre olur da sizlere göre olmaz. Ben yine de “müminleri taşıma” sistemini öneriyorum.

Bir küçük anekdotu da sizlerle paylaşayım. Benim adımı rahmetli babaannem koymuş. Köyümüze öğretmen olarak atanan İstanbullu asker bir avukat gelmiş. Askerliğini öğretmen olarak bizim köyümüz de yapmış. Köylü o kadar çok sevmiş ki bu adamı o sıra da ben doğmuşum. Ve benim adımı işte bu asker öğretmenin adını vermişler.

Fedai Çakır

27 Ekim 2014, İstanbul

MEHMET PİŞKİN ( BU BİR İNTİHAR YAZISI)

e1fa67_f61624939560407b98a7f29ca38f57d7

Aslında Videoyu ilk izleyenlerdenim. Ve ilk tepkim soy adı gibi çok da pişkin pişkin konuşuyor oldu. Lakin sonrasın da gerçekten intihar ettiğini duyunca anlamsızca bir his kapladı içimi.

Ateş için de gece yatağımda yatıyor iken gelen bir mesaj ile çok sevdiğim bir arkadaşımın Mehmet Pişkin’i izledin mi “…video aklımdan çıkmıyor bende onun gibi olmak istiyorum” demesini ateş içinde kısa bir cevap ile geçiştiriyorum. Birkaç mesaj da ise, daha önce bu arkadaşımın intihar girişiminin de olduğunu da o gece öğrenmiş oluyorum. Uzatmayayım kendi hastalığımı unutup onun için telaşlanıyorum. Yüksek ateşin vermiş olduğu etki ve yaşananlarla o geceyi kabus görerek sabah ediyorum.

Sosyal Medyanın etkilerini Arap baharında çok güzel gördük, toplumlar sokaklara dökülmüş bir çok iktidar yıkılmış yerine yeni iktidarlar kurulmuştu. Acaba bu video ile Mehmet Pişkin gibi intihar eden ve yayınlayanlar çıkar mı? Sorusunu kendime sormadan edemedim.

Hangimiz bunaldığımız da İntihar etmeyi hayatım son bulsun demedik ki. Öz eleştir de bulunmak gerekir ise benimde düşündüğüm zamanlar olmuştur.

Peki bu kadar İntiharı düşünen insan var iken İntihar olaylarının da çok olmamasının nedeni nedir?.

Yaşamak için bir nedenimiz her daim vardır.

Bazılarımız dine sarılır yaşamak için bahaneler uydurur, bazılarımız aile için yaşamalıyız demekteyiz, bazılarımız bir sevgili için yaşamalıyım demekteyiz, v.s Ama asıl intihar etmeme nedenimiz ise can tatlıdır o can’a son vermeye g…müz yemez.

G.. yemeyince de İntihar eden biri bazılarımız için de kahraman oluverir birden. Çünkü o yapmayı başarmıştır. Mehmet Pişkin işte bu tip düşünen bir çok kişi tarafından kahraman olmuştur. Korkarım peşinden bir düzüne daha İntihar eden çıkacaktır. Sonra mı? Her zaman ki gibi sıradanlaşacak ve sıradan olan şeyleri insanlar takip etmeyi bırakacaktır. Bu sayfa da burada kapanacaktır.

Ne güzel demiş Mevlana:

“Balığa, denizden başkası azaptır” İnsana da Dünyadan başkası azaptır.

 

Fedai Çakır

İstanbul, 20 Ekim 2014

SAKALIMDAKİ BEYAZ OLARAK YAZDIM “YÜREĞİME SENİ”

10604670_928422440514325_951723411738047221_o

Uzun zamandır üşengeçlikten dolayı sakal bırakmış bulunmaktayım. Bazen aynaya baktım mı zannederim ki kendimi Muhteşem Süleyman bazen de bakarım ki aynaya Hacı Cav Cav.

Bu sakalı kestirmeye gittiğim de yıllardır beni traş eden berberim ya hadi köye gidiyorsun yakışmış sakal ayar çekim de dursun gelince keseriz dedi.

Neyse ayarlanmış sakal ile geldim köye. Köy dedimse her gün yeni bir fıkraya malzeme olacak konuların yaşadığı Karadeniz köyü buraları.

Uçak otobüs derken kasabaya ulaştım. Ha 1984 yılında ilçe oldu ama benim için hala kasaba resmiyette ilçe olması gerçekte kasaba olarak kalmışlığını değiştirmiyor. Gündüz ışığı ile köye çıkıp bir an önce evin temizliğini yapıp yerleşme telaşındayım. Köye giden ilk minibüse bindim.

Minibüste beni sakallarımdan dolayı tanımayan köylülerime köye atanan yeni imam odlumu söyleyip sonrasında baktım ki inananlar var gerçeği açıklayarak köye vardı.

Köyde de benim bu sakal muhabbetim bir türlü bitmedi. Erkek muhabbetlerin de sadece pamuk işine bakan imam olduğum gibi geyik muhabbetler aldı başını gitti.

Bayram ile köye gurbetten akın akın kuzenlerim ve akrabalarım gelecek onların gelişiyle şenlenecek olan köyümüz benim için ayrı bir güzellik de olacak.

Köye erken gelmenin keyfi ile köyde son kale olarak kalan iki amcamla bol bol sohbet etme imkanı buluyorum. Küçük amcam bağırsak ve ciğer kanserini yenmiş ama zaman zaman mücadelesi devam etmektedir. Lakin büyük amcam adını Bayramlardan alan amcam Bayram amcam bu güne kadar pek hastalıkla mücadele etmemiş biri.

Evden çıkıp ağaçlarla kaplı yoldan aşasıya doğru süzülüyorum. Önümde zar zor yürüyen dört ihtiyar biri benim Mustafa amcam diğeri ise Ayşe Halam, yanlarında da köyden iki ihtiyar. Onlara yetişiyorum. Hayırdır diyorum Mezarlık ziyaretine gidiyorlarmış. Aslında Bayram için de mezarlıkları temizleyecekler. Kimisi babasının, annesinin mezarlığını kimisi kardeşlerinin mezarlığını. Yanlarından uzaklaşıp Mezarlığın hemen altında ki Bayram amcamın kapısından hooop (bizde kapı çalmadan çok hop der bağırır eve dalarsın evler zaten kilitlenmez) diyerek bağırıp içeri daldım.

Bayram açmam ile yengem kuzinenin başında oturuyorlar yeni yemek yemişler. Bana aç olup olmadığımı sordular sonrasında öğreniyorum ki Amcam hastaneden yeni eve girmiş.

Yeğen diyerek başlıyor sözlerine “bu gün 5 tane serum yedim 2 si kocamandı diğer ikisi  ise nispeten daha ufak dı. Kan da bir şeyler düşmüş dediler bastılar serumu bana bu gün…”

 Bana tahlilleri gösteriyor.

“… ben anlamıyorum ne düşmüş ama öyle dediler…”

Elimde tahlillere bakıyorum. Gözlerim deki anlama yok oluyor anlamsızlaşıyor o an her şey benim için. Amcam ise bana sataşmaya başlıyor.

“… ne o sakallar öyle, kes heri onları…” gülüyorum gözlerine bakarak. Çakmak çakmak çakır gözleri vardır amcamın.

Kafasından bir tutam saçı pat diye alıp masanın üstüne koyuyor.

“… benim yediğim iğnelerden sana da vursak senin sakallarda dökülür bak benim saçlar gibi..”

Ah be amcam kimse sana kemoterapi gördüğünü söyleyemiyor. Zoraki bir kahkaha atıyorum. Bahane yaratıp evden çıkıyorum.

Ah be sakallarım alacağınız olsun, ben de sizi kesmez miyim…

 

Fedai Çakır

3 Eylül 2014, Giresun

Bir Karadeniz Yazısı

e1fa67_a340596fe1a248a9afa79a1dbbb20cba

Senede bir kere köyüme gelip ruhumu ve bedenimi nadas’a bırakıyorum. Bu işlem on beş gün ile bir ay arsı değişiyor. Bu sene de bu işlemi yapmak için köyüme geldim.

Sizlere biraz köyüm hakkında bilgi vereyim. Karadeniz’in dağ köylerinden biridir. Eskiden dağınık yerleşimlerinin olduğu fakat günümüzün artık iç içe evlerinin olduğu nüfusunun çoğunun başta İstanbul, New York’da olan bir köy burası.  Hal böyle olunca köyümüz de gurbetten gelen paranın izlerini görmek mümkün. Bu izlerin en başında da beton katlı binalar gelmek de ve hızla devam eden yapılaşma göstermektedir.

Köy yerinde bitmez tükenmez senin buyun var benim buyum var ve birde yer bölme kavgaları olmasa yaşamak için cennet kelimesi az bile kalır. Lakin bu davranış biçimi bu topraklar da uzun süredir var olmuş ve sanırım var olmaya da devam edecektir.

Bu sene gelişim de yaylalara çıktım çocukluğum da olduğu gibi dereler de kırmızı benekli alabalık kovaladım, yollarında çocukluğum da olduğu gibi koşamazsam da yürüdüm, soğuğunu çiğerlerime çekip yorganın altına başımı sokup uyumaya çalıştım.

Köyüme tekrar indiğimde babamın diktiği incirden her gün kana kana yedim. Yetmedi toplayı etraftaki evlere akrabalara verdim. Ne bereketli ağaçmış bu gün topluyorum incir kalmıyor yarına ise dalları tekrar olmuş incir doluyor.

Yaradan ne güzel de yaratmış doğayı.

Yaradan yaratmış da doğayı biz insanlar ise hoyratça kirletip talan etmeye devam ediyoruz. Rakım neredeyse üç binleri bulan bir su başında su içelim dedim. Suyun akıp gittiği yer (yalak) plastik torbalar, pet şişeler ve insan oğlunun yarattığı çöpler ile doluydu.

İnsanlara bir şeyi doğru yapmaları için illa korkutmak mı gerekir. Dinlerin cehennem ateşi gibi bir korkutma mı olmalı. Be insan: bilmez misin ki doğayı yok edersen bir daha  yaşamaya alanın kalmayacak, sonun cehennem ateşinde yanmaktan beter olacak.

Bir Kızılderili ata sözü vardır. “İnsan oğlu paranın yenmediğini anladığı an doğanın değerini bilecek

İstemeden de güzel şeyler yapmıyor değil hani insanoğlu.

Köyümüz aslında üç derenin tam ortasında yükselen bir dağdır. Derelerden biri büyüktür yıllarca azgın suları ve selleri ile meşhurdur. Son birkaç yıldır üzerine yapılan 5 tane Hes yüzünden artık bir obuz (obuz: dereden küçük dere yatağı) haline geldi. Dolayısyla da balık sayısı yok oldu gibi.  Diğer dere daha orta ölçekli akan bir dere üzerine Hes yapılacak debisi olmayan bir dere. Burada da balıklar insanoğlunun tutmasıyla  azalıp orta karar gitmekte. Fakat suyu az olan ama köyümüzün yükseklerinden akan bir dere var ki balık sayısı artıkça artıyor. Halbuki daha birkaç yıl öncesine kadar bu derede insanoğlu balık bırakmamıştı. Nedenini araştırdım tabi.Meğer dağlara devlet ayı salmış ve yavrulu ayılar o derede cirit atıyor. Eeee insanoğluda balık tutmaya cesaret edemiyor.

Yine doğa kendi kanunları ile kendini korumaya başlamış belli ki.

 

Fedai Çakır,

İstanbul

 

GÖZ KAPAKLARININ, GÖZ YAŞIYLA DOLUP DA TUTAMADIĞIN OLDU MU?

e1fa67_4ecbacb168d24728b270cc7504f63588

İşsizliği bilen bilir zor iştir aslında işsiz olmak. İşsiz aylak aylak dolaşmaktansa kendimiz iş çıkaralım dedik.

Hayatta en çok korktuğum çaresiz kalmaktır. Çaresizi kalmak elinizden bir şeyler gelmemesi ne kadar zordur bilir misiniz?

Siz en son ne zaman çaresiz kaldığınızı hatırlıyor musunuz. Hiç mi? Yoksa hatırlamak mı? istemiyorsunuz?

Neden ne olursa olsun, insanın en korkunç ve yaralayıcı hislerden biridir çaresiz kalmak.

Ben de çok çaresiz kaldım, annemin şeker hasatlığından yıllar içinde organlarının yok olup böbreklerinin iflasında çaresiz kaldım, babamın koca dev adamın ayak kırığından göçüp gitmesin de çaresiz kaldım, üniversiteye giden oğluma son cebimde ki parayı verip eve yürüyerek döndüğüm de çaresiz kaldım.

Bu çaresizliklerim göz kapaklarımın tutamayacağı ve salmasına neden olan yaşlarla dolmadı mı? Doldu elbette.

Yazının başında kendi kendime iş yarattık didik ya. İşte bu işi yaparken dramlara şahit oluyor ve çaresiz babaların gözyaşlarının tıpkı benim ki gibi göz kapaklarının tutamadığını görüyordum.

Acının dili yok, Kürtçe yada Arapça konuşan koca koca adamların ne dediğini anlamasanız da akan göz yaşlarının sizin göz yaşlarınızdan farkı olmadığını biliyorsunuz.

Suriye’de ressam olan bir ailenin yanındayız kamara çalışıyor ve daha önceki babalar da olduğu gibi bu babanın da göz kapakları anlattıkça doluyor ve yaşları tutamaz olduğu anda salıyor göz kapakları.

Çekimlere başlamadan önce aramız da tartışıyoruz babayı tek mi alalım yoksa tek mi? alalım. Ben ailecek alalım derken orta doğuyu ve coğrafyasını benden daha iyi bile yönetmen arkadaşım, eşinin ve çocuklarının yanında ağlayabilir tek alalım demesi aklıma geliyor o an. İyi ki eşi ve çocukları yok çekim yaptığımız o oda da diyorum.

Ortam sessizleşiyor, duvarda 6. sınıf ta okuması gereken 11 yaşında ki kızının yaptığı resme bakıyorum o an. Baba ressam olunca kızda sanki yeteneğini ondan almış gibi.

Bir kavunuz içinden çıkan iki el. Gökyüzüne açılmış yardım isteyen iki el çizilmiş idi. Resim’in mizanseni basit ama bir o kadar da etkiyiciydi. Göz kapaklarım dolan göz yaşlarımı tutmak da zorlanıyor ve boğazıma dolanan bir şeyler beni zorluyordu.

Dünya da varlığı kayıt altında olmayan bu ailenin bu küçük kızı kimliği olmadığı için eğitimine de devam da edemiyordu. Baba ölümden kapıp kaçırdığı iki çocuğundan büyüğü olan kızı için bir kez daha çaresizlik hissediyor du, ama onun göz kapaklarını göz yaşlarını tutamayıp salmasının asıl nedeni yaşadığı çaresizlik travması, ölüm korkusu ve bir daha vatan dediği topraklara dönemeyecek olmasıydı.

Aramızda kültür farkı çok mültecilerle, onları horlayıp, iteleyip, kakarken en son çaresizlikten dolayı göz kapaklarının göz yaşlarını tutamadığın zamanları hatırla. O zaman hayata da bu çaresiz insanlara da farklı bakacaksın.

İşsizken iş yaratıp kendimize parasız tamamen kendi imkanlarımızla bir belgesel çekmeye karar verdik. Bir Kürt Kadın yönetmen ile bir Türk Erkek yönetmenin belgeseli olacak olan “Kuş, Kuş ile Avlanır” belki de hiç yayınlanmayacak/yayınlatılmayacak.

 

Fedai Çakır

14 Eylül 2014, İstanbul