AKRABA BAĞLARI (VİYANA KUŞATMASI)

e1fa67_3ceb95aa2ef64bf5907ed8285a6d8a3d

I.Viyana kuşatması ve II. Viyana kuşatması adıyla anılan bu savaşlarda başarısız olmanın temelinde korkunun verdiği birleşme vardır. Nasıl mı?

Son yıllarda Türkiye başta olmak üzere Ortadoğu, Asya devletlerinde de heyecanla izlenen Muhteşem Yüzyıl dizisiyle akıllara yer eden Muhteşem Süleyman yani Kanuni Sultan Süleyman İlk kez Viyana kapınsa dayandığında hesaplayamadığı birkaç konu olmuştu.

Bunlardan biri Macar beylerinin nasıl hareket edeceğini kestiremeyişiydi. Macar beyleri Osmanlının desteklediği değil Ferdinand’ı kral seçmişlerdi. Ferdinand kimdi ve tarihin akışına bir bakalım.

1526’da Macar kralı Lajos II’nin, Mohaç‘ta ölmesinden sonra bazı Macar beyleri, Osmanlıların da desteklediği Erdel voyvodası Janos Zapolya‘yı kral seçtiler ve Osmanlı ordusu bu yeni kralın tahta geçmesinden sonra Macaristan’dan çekildi. Fakat, Janos’a rakip olan Macar beyleri, Alman imparatoru Karl V’in (Şarlken) kardeşi Ferdinand’ı kral seçtiler. Aynı zamanda Bohemya kralı ve Avusturya dükü bulunan Ferdinand, ölen kral Lajos ile akraba olduğundan, Macar krallık tacı üstünde miras yoluyla hak iddia ediyordu. Şarlken de, Ferdinand’ı gerçek Macar kralı olarak tanıdı ve Janos’u âsî ve din düşmanı ilan etti. Osmanlı ordusunun Macaristan‘dan geri dönmesinden sonra Ferdinand, Budin üstüne yürüyerek kaleyi ele geçirdi, yenilgiye uğrayan Janos kaçarak, kayınbabası olan Leh kralına sığındı.

Osmanlının daha aşiret / beylik olduğu zamanlar da güçlü devletlerden gelin alıp kendi yapısını sağlamlaştırması yıllarca devam etmiş ve bu sayede çok güçlü bir imparatorluğun kapılarını da aralamıştı. Yani akraba bağı önemliydi. Ferdinand da Avrupa’da güçlü akraba bağı olan bir kraldı.

Tarih kitapların da her ne kadar Topların getirilemeyişi ve kış şartlarından dolayı Osmanlı Ordusunun bir nevi Muhteşem Süleyman’ın geri çekildiği yazmış olsa bile asıl neden Viyana’ya yüz elli kilometre uzaktaki Linz’de bir Alman ordusunun toplanmış olmasıdır.

1.Viyana kuşatması ise Osmanlının tamamen maceraya atılan paşalar ve Padişah IV. Mehmet Han’ı politik manevralarla savaşa ikna etmeleriyle başlamıştı. Bu savaşın nedenleri haklılığı ne olursa olsun Viyana kuşatması Tüm Avrupa’nın Osmanlı korkusuyla birlik olmansa neden olmuş ve Viyana akın akın asker yardımı gelmeye başlamıştı. Avrupa Hıristiyan alemi olarak akraba olan devletler olarak ilk kez Osmanlıyı yenilgiye uğratmıştı.

İşte o günden sonra Osmanlı Devleti bir kez daha kendine gelemedi ve parçalandı. Gerileme devri denen devir bu savaştan sonra başlamış oldu.

Bu gün 50 yıl önce göçmen olarak Viyana’ya yerleşen Türkler mutlu mesut hakları olan insanlar olarak yaşıyorlar. Havalar ısınıp yaz ayları geldiğinde tek dertleri akrabaları oluyor. Akraba bağları onları Türkiye’ye çağırıyor.

Adil Elmas ve ekibi müthiş bir “İZİN YOLU” programı çekmişler. İzin Yolu güzel bir isim lakin başka bir isim ne olur denseydi ben Akraba Bağları adını önerirdim.

Bu yazıyı bu haber programını izledikten sonra yazmaya karar verdim teşekkür ederim Adil Elmas.

Sevgiyle kalın.

 

Fedai Çakır

28 Haziran 2014, İstanbul

Osmanlı geri gelmedikçe Kafirler dize gelmeyecektir

e1fa67_f2189a39026549aca19fad1bb939a62b

Malum çağ sosyal medya çağı ve paylaşılan sözler fotoğraflar aldı başını gidiyor. Geçen bir fotoğraf gördüm üzerinde solda Türk bayrağı sağ da ise üç hilal bayrak. Osmanlı savaşlarını temsil eden birde gravür. Fotoğrafın üzerinde de şu mısralar yazıyor.

“Dünya’yı titreten tek Müslüman Devlet Omsalıdır. Osmanlı geri gelmedikçe Kafirler dize gelmeyecektir.”

Hemen kişisel fikrimi söyleyeyim. Türkiye Cumhuriyetinin sevseniz de sevmeseniz de geçmişi Osmanlı devletidir. Lakin günümüz de ki Osmanlı sevdası ile Cumhuriyeti kötülemek tü kaka demekte neyin nesi.

Kafir ne demektir:Kâfir, (Arapça: كافر – kāfir, çoğulu: كفّار – kuffār, kadın için kâfire kullanılır, çoğulu: kevâfir) İslam dini terminolojisinde küfür işleyerek dinden çıktığı düşünülen veya hiç Müslüman olmamış kişiye denir. [1]

Peki Osmanlı gerçekten de “Kafir”lerle mi savaşmıştır. Yoksa bu tip kelimeleri kullananlar ve Osmancılık akımına katılanlar tarih bilgisinden yoksun insanlar mıdır. Cahil kelimesini kullanmıyorum neden ise bu kesim Cahil kelimesini matah iyi bir şeymiş gibi algılar oldu.

Hemen önce Müslüman yada Müslüman Nüfusu yüksek olan Türk beyliklerinde Osmanlının savaşlarına bakalım.

Karamanoğulları: Anadolu’nun en güçlü devletidir. Yıldırım Bayezıt döneminde Osmanlılara katılan beylik, Ankara Savaşı’ndan sonra tekrar bağımsız olmuş, Fatih Sultan Mehmet döneminde etkisizleştirilerek, II. Bayezıt döneminde 1487 tarihinde yıkılmıştı. Her iki tarftan binlerce Müslüman ölmüştür. Elbette Yenilen Tarafta bir daha güçlenmesin diye binlerce Türk Müslüman asker kılıçtan geçirilmiştir.

Germiyanoğulları : Anadolu’nun yine güçlü beyliklerinden di ve Ege ve Marmara kıyılarına kadar ilerlemişlerdi. Germiyanoğlu Süleyman Şah Karaman oğullarına karşı topraklarını koruyabilmek amacıyla kızını I. Murat’ın oğlu Bayezıt’a vermiş, çeyiz olarak da Kütahya, Simav, Emet ve Tavşanlı’yı bırakmıştı. Germiyanoğlu Beyliğinin varlığına 1390 tarihinde Yıldırım Bayezıt son vermişti. Damadı Tarafından yerle bir edilen bu Beylikte de sonuç aynıydı. Her iki Tarafta binlerce Müslüman asker ve yenilen tarafta kılıçtan geçirilenler.

Aydınoğulları, Saruhanoğulları, Karesioğulları, Hamidoğulları Beyliği, Eşrefoğulları , Menteşoğulları, Candaroğulları (İsfendiyaroğulları) beyliği, Eretna Devlet, Kadı Burhaneddin ve en son olarak da Dulkadiroğulları beyliği Osmanlıya savaş katıldı..

1337 yılında Zeyneddin Karaca Bey tarafından Elbistan’da kurulan Dulkadiroğluları Devleti, Yavuz Sultan Selim tarafından 1515 Turnadağ Savaşı ile Osmanlı’ya katılmıştır. Bu beylik Osmanlı’ya katılan son beylik olup, bu beyliğin alınmasıyla Anadolu’da Türk birliği sağlanmış oldu denir.

Dulkadiroğlu beyliği’nde Yavuz Sultan Selim çok fazla askeri ve beyliğin ileri gelen ailelerini kılıçtan geçirdiği bilinmektedir.

Osmanlının diğer Müslüman devletleri ile olan savaşlarına da bakmak için çok fazla tarih bilgisine de gerek yok. Bir tane Osmanlı haritasını incelememiz yeterli olacaktır. Bu yerlerin fethin dede Türk olmasalar da bir çok Müslüman kanı dökülmüş her iki taraftan da bu kan oluk oluk akmıştır.

Elbette bazı yerler Bu düşüncede olanların tabi ile Kafirlerin elinde alınmıştır. Tarihi belgeler Osmanlı’nın Kafir denilen kesimden çok başta Türk Müslümanları olmak üzere bir çok Müslüman’ın kanı dökülerek imparatorluk haline gelebilmiştir.

Öyle yada böyle o günkü şartlarda belki de bu şekilde olmalıydı. Cengiz Han’da koca Moğol İmparatorluğunu kurarken önce Moğolların kanını dökmemiş miydi.

Peki bu gün üzerinde yaşadığımız Cumhuriyet’in kurulmasında kapitalist devletler ile yapılan savaş ile kurulmadı mı? Neden Cumhuriyeti kötülemek.

İlla Kafir diye insanları ayıracaksan asıl büyük savaş Kurtuluş savaşında Kafirlerle yapılmıştır. Dünya işte bu savaşta dize gelmiştir.

 

Son Söz:

NE KÖTÜ BİR KELİMEDİR ‘SAVAŞ’…

İÇİNDE KAN VAR , SİLAH VAR, ÖFKE VAR, KİN VAR, PARA VAR…

VE BİR DE ‘ÇOCUKLAR’ VAR .

 

Fedai Çakır

22 Haziran 2014, İstanbul

Kaynak: (1) wikipedia.org

İKİNCİ EL KİTAP

e1fa67_e8edb99d014f4fa795351a45f3198c3e

Sahaflara düşmüş kitap, yaprakları gibi ruhum ve bedenim.

Öyle bir yaşam ki kimin kirli, kimin temiz olduğu belli olmayan bir dünyada yaşıyor gidiyoruz.

Bazen erkek ve kadın arasında çatışmalara sahne oluyor kirlenmişlik ile kirlenmemişlik.

Ben kendimi daha çok kirlenmeden çok çok okunmuş ikinci el kitap gibi görüyorum. Belki bedenime çok el değdi.. Okundum çok okundum bu dünyada..

Kirlenmek mi çok okunmak çok el değmişlik olması nı bedenime.

Sahaflardan almıştım yıllar önce o kitabı. Benim kitaplığıma girene kadar sayfalarına çok el değmişti ama okudukça içinde kaybolduğum bir deryaydı.

Aldım onu sayfalarını teker teker çevirip okudum sıkıldıkça tekrar tekrar okudum, birde benim elerlimle kirlenmişti sayfaları o kitabın.

İşte ben de de böyle bir kitabım ve yol ayrımında gibiyim. Sahaflara düşüp tekrar tekrar farklı kütüphanelerde yerimi alınıp okunmak mı yoksa tek bir sahip ile bir kütüphanede eskiyip paha biçilmez mi olmalıyım.

Çok kirlenmiş olmalı sayfalarım ve yıpranmış olmalı ki… Bir yürek de dinlenmek ister sanki bedenim.

“Ben sahaflara düşmüş ikinci bir el kitabım, içinde kaybolunan…”

 

Fedai Çakır

07 Haziran 2014

 

 

SEVMEKTEN ÇOK SEVİLMEK Mİ?

e1fa67_c69e52e71f644f21b6e76c65aaf6d238

“…bazen sevmekten çok ne kadar da sevilmek isteriz…” bu düşünceyle irkildim.

İnsanın doğasında sevmekten çok sevilme isteği yok mudur?

Kadın – erkek bizi sevenin değil sevmeyenin peşinde gitmemiş mi? bu insanoğlu…

Aşk açısı çekenlerin çoğunun sevgisizlikle karşı karşıya kaldığı kişiye değil midir? Beraber olma çabası.

Çocukken başlar sevilme ihtiyacımız.

Annenin babanın sevmesi yetmez, ablam abim diğer kardeşimden daha çok sevsin der bazılarımız,bazılarımız ise okul arkadaşım, sınıf arkadaşım, sıra arkadaşım beni daha çok sevsin der.

Yaş ilerledikçe sevmesini istediklerimizin profili de değişmeye başlar. Önce karşı cinsin çok sevmesini bekleriz.

İş hayatına girip menfaatler başlar… Müdürlerinin, patronlarının sevmezini ister bazılarımız.

Bazılarımız da hala çocukluğunda görmediği anne yada baba sevgisini arar başka bedenlerde.. olgun erkek olgun kadın fantezilerinde.

Bazılarımız vardır evlendiği kişinin ailesinin sevmesini ister. İster ve onların sevgisini mahzar olmaya çalışır.

Bazılarımız ise ruhsal sorunlar yaşar Tanrının onu daha çok sevmesini ister. İster ve onun için mahzar olmaya çalışır.

Bilmez ki Tanrının sevmesinde de, insanların sevmesinde de… Önce kendisinin sevmeyi bilmesinin gerektiğini.

Sevmeyi öğrenmeyiz, sevmek için çaba sarf etmeyiz… Ama sevilmek için neler neler yaparız hayatımızda.

Evet bazen sevmekten çok sevilmeyi isteriz hayatta, lakin önce sevmeyi sevilmekten çok tutmalıyız hayatımızda…

Sen hiç

balkonda ki çiçeğin

Sevgisiz çiçek açtığını…

 

Sen hiç

saksıdaki domatesin,

Biberin sevgisiz yeşerdiğini…

 

Sen hiç

Gördün mü?…

 

Fedai Çakır

04 Haziran 2014, İstanbul

TEK GÖZLE ÜÇ BOYUTLU FİLM İZLEMEK

e1fa67_9f2f187ea37a44188109584cab682878

“… tek gözle üç boyutlu film izlenmeyeceğini, oğlumla sinemaya gittiğimde örgendim.” Bu sözleri duyduğumda kanım bir kez daha donuyor, damarlarımda akmıyor, kaskatı kalıyor bilinç altım.

31 mayıs 2014 gezi parkı olaylarının birinci yıl dönümün de CNN Türk’te yayınlanan hayatın tanığı isimli programın da tek gözünü kaybeden bir babanın sözleriydi bunlar.

Bu sözleri ancak baba olan anlar demek istemiyorum, bu sözleri insan olan anlar demek istiyorum. İnsanlığımızdan utandığımız dönemlerden geçiyoruz.

Kendimi tek göz ile üç boyutlu bir film izlemek için yanımda küçük çocuğumla sinema salonunda düşünüyorum…

Üzerimize doğru kanatlarını açmış kocaman bir ejderha geliyor, çocuğum koltuğun arkalığına sıkı sıkı yapışıyor bir eli de benim elim de beni sıkı sıkı tutuyor, yine başka bir eğlenceli sahne bir şelaleden atlayan bir çocuğu hisseden çocuğum o çocukla serin gölün suyuna dalıyor.

Ben mi? Hiçbir şeyden habersiz koltuğumda oturuyorum, üç boyutlu bir filmin özelliği olan görüntünün içine giremiyorum. Çocuğumun hissettiklerini onunla paylaşamıyorum…. Belki birkaç yapmacık hoppp ahhh oley çıkıyor dudaklarımdan… onlar da hissettiğimden değil öyle olması gerektiğini düşünecek yaşta olmamdan olsa gerek.

Gezi olaylarının bilançosu ne olmuştu,

Olaylar sonucunda 8 sivil ve 2 güvenlik görevlisi; Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, polis komiseri Mustafa Sarı, polis memuru Ahmet Küçüktağ, Ahmet Atakan, Berkin Elvan, Burak Can Karamanoğlu, Mehmet İstif, Elif Çermik hayatını kaybetmiş, 8163 kişi yaralanmıştı. Bu yaralıların içinde 8 kişi plastik mermi ya da gaz kapsülü gözlerinden olmuştu.

Bu dünyadan pisi pisine göçüp gidenlerin acıları elbette hiç unutulmayacak, ya o gözlerini kaybedenler ya onlar…

Hiçbir zaman üç boyutlu bir film izleyemeyecekler, izleseler de anlamayacaklar, Sevgilinsin yada eşinin gözlerine doya doya hani derler ya göz göze bakmaya cesaret edemeyecekler, Dünyayı hiçbir zaman eskisi gibi göremeyecekler.

Tam’da bu duyguları yaşayıp bu satırları yazmaya düşünürken iş kazasında asit kazanının devrilmesi ile gözlerinin yetisini yitiren bir adamı tiyatro sahnesinde oynamam için çağrıldım. Oyunun metnini okuduğum da çok etkilendim oynamak da isterim. Oynayabilir miyim oynayamaz mıyım şu an belli değil ama tek gözle üç boyulu film izlenemeyeceğini örgendim.

Bazı kafalara iki üç kelimem var. Gezi gerçek manada hak arama, otoriter baskıya karşı koyma direnişiydi. Sonra dan illegal örgütlerin olaylara karışması bu gerçeği değiştirmez. Ben ve Oğlum da ordaydık.

Bu şiiri oğluma 7 Haziran 2013’de gezi parkında yaptığımız doğum gününden sonra yazmıştım.

Orada aileler, pırıl pırıl bu ülkeyi seven insanlar vardı.

Şehri sis basmış çocuk,

Bastığın yere değil

kaçtın yere bak,

 

Şehri sis basmış çocuk,

Sözlere değil

halkın yanına bak,

 

Şehri sis basmış çocuk,

Anneler inmiş parka,

yanına bak,

 

Şehri sis basmış çocuk,

Babalar gelmez sanma parka

arkana bak

 

Sisi soluma çocuk

İçlerin kavrulur,

Başından vurulma, dövülme çocuk…

 

Fedai Çakır

31 Mayıs 2014, İstanbul