Silivri Cezaevi’nin Öteki Yüzü

e1fa67_c4788b2a3cda4060b3438054d751c4ef

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü benim için farklı olacağını düşünmemiştim.

Bu güne kadar Birkaç panel katılmışlığım ve hatta Beşiktaş Belediyesi ile ortak Düzenlediğimiz Edebiyat Buluşmaları içerisin de ben de bir panel düzenlemişliğim olmuştu. Şahit olduğum bu panellerin katılım sayısının azlığı beni her zaman üzen yanı olmuştur.

Sağlık alanında yaptığım çalışmalarımı vardır. Vakıf ve derneklerde de aktif görev alan birsiyimdir. İşte bu çalışmalarımda tanıştığım bir isim olan sevgili Psikolog Deniz Gül’ün sohbeti ile bu sene 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününü farklı bir deneyim ile olacağı belli oldu benim için.

Sohbet sırasında ortaya çıkan görüş bu sene 8 Mart’tı Silivri Cezaevinde kutlamaktı.  Ben bu konuda en iyi konuşmacı odlunu bildiğim yazarımız Zeynep Aliye ile irtibata geçtim.

Belli bir noktadan Cezaevinin aracıyla yola koyulduk, Zeynep hanım ve bende garip bir his olduğu aşikârdı. İlk kez bir Cezaevinde hem de Ülke tarihine geçen ve sürekli gündemde olan bir cezaevi idi. Çok da olumlu düşüncelere sahip olduğumuz bir cezaevi değildi burası bizim için. Basın da yazılanlardan görsel medyada gösterilerden gördüğümüz bir yer neticede bizim için. Yani anlayacağınız ön yargı doluyuz bu konuda.

Nizamiye denen yerde bizi çok sıcak karşılayan teker teker ellerimizi sıkmaya çalışan personel ile karşılaşınca ön yargılarımız yıkılmaya başlıyordu. Sanırım dünyanın en sıkı güvenlik önlemleri olan yerdi burası. Göz retinası taraması yapılıp gerekli kayıtların yapılmasından sonra ana giriş kapısına yöneldik. Burada yine o Sıçak personel bizleri karşıladı. Baştan beri yanımızda olan Deniz hanım’ın dışında olan orada görev yapan diğer psikolog ve görevli arkadaşlar ana kapıya kadar karşılamaya gelmişlerdi.

İlgiden son derece memnunduk. X ray cihazı Zeynep hanım’ın geçiş’inde biraz huysuzlana kadar. Her geçişinde öten cihaz en sonunda pantolon değişikliği ile aşılabilmişti.

Uzatmadan söyleşinin yapıldığı salonu anlatmak istiyorum. İçeride cezaevi yöneticileri, personeli ve mahkûmlardan oluşan bir kalabalık vardı.

Yazar arkadaşım Zeynep Aliye’nin konuşmasının başında söylediği şu sözler orası için çok anlamlıydı. “ bu güne kadar genelde 8 Mart’tı biz kadınların çoğunlukta olduğu yerde konuşurduk. Bu da bana zaten bizim kendi sorunlarımızı konuştuğumuz bir iç dökme olarak gelirdi. Görüyorum ki burada dinleyicilerin çoğunluğu erkek ve bizde ilk defa bu sorunu gerçek manada konuşabilmeğiz.”

Zeynep Aliye’nin aile içinde gördüğü şiddeti anlatması ile ortamda samimi ve itiraf kar bir ortam oluştu. Kurum Müdürü Sayın Ramiz ATUĞ’un öncü olduğu itiraflara, personelin sonrasında mahkûmlarında katılması ile renklendi. Akabinde itiraf etmeliyim ki kurumun ikinci müdürü Sayın Yusuf Çetin KARAKAN’ın da dâhil olması söyleşiyi çok keyifli hale getirdi.   Normal sürenin aşılması söyleşinin ne kadar verimli ve eğlenceli olduğunun bir göstergesiydi benim için.

Söyleşi bitiminde içeride ki katılımcılara çiçek dağıtıldı ve daha önceden edinilmiş olan kitaplar Zeynep hanım’a imzalatıldı.

Silivri Cezaevinin Öteki Yüzü’nü de görmüş olduk. Orada sadece mahkûmlar yok, orada koca bir şehir var ve bu şehirde yaşayan görevlerini yapan insanların oluşturduğu kocaman bir hayat…

Bura da mahkûmundan personeline kadar yaşam zor.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününün böylesine güzel söyleşi ile kutlanmasını izin vererek kadınlara, çalışanlarına, sorumluğunda olan mahkûmlara ne kadar önem verdiğini gösteren kurum müdürü Sayın Ramiz ATUĞ’u tebrik ederim. Böyle bir kararı her müdür verip de sorumluğunu üstüne alamazdı.

Bu yazı sevinç paylaşma birazda teşekkür oldu. Orada bizi ağırlayan tüm personele, bizleri dinleyen Mahkûmlara ve bu işe öncülük eden Sevgili Psikolog Deniz Gül’e de böylesine güzel bir deneyimi bize yaşattığı için teşekkür ederim.

Benim kişisel görüşüm, temennim demek daha doğru olabilir. Kadınlara şiddet olmasın kadınlar günüde olmasın, Suç işleyen olmasın, adliyeler cezaevleri de olmasın. Dünya üzerinde sevgi saygı eşit yaşamlar olsun.

 

Fedai ÇAKIR

8 Mart 2013, İstanbul

 

Devlet teşviki ile tecavüz…

2-kere-100-milyonluk-elektrik-faturasi-geldi46f21f269a8c3872d4f6

Açma kapama adı altında alınan paraya dur deyin, bu soygundur…

Başlığa okuyan okuyucularım bir kadın hikâyesi, töre ya da erkek vahşetinden bahsedeceğimi düşünmüş olabilir. Elbette bu konularda da yazdım ve kadınların haklarını savundum. Ancak bu yazımda neden sosyal bir devlet özlemi ile yanıp tutuştuğumu anlatacağım ve başıma gelmiş ya da başkalarının başına gelmiş birkaç olayı sizlere aktarmak istiyorum.

Siz hiç zenginin elektriğinin, suyunun yada elektriğinin kesildiğini gördünüz mü?. Ben görmedim kesildiyse de ihmalden dolayı kesilmiştir.

Zaman zaman her namuslu yaşayan insanlar gibi bende de para sıkıntısı oluyor ve masraflara, faturalara yetişemediğim zamanlar da olabiliyor. Ama bu çoğunlukla kısa süreli ve ben mağdur olmadan geçiştirdiğimi son olayı yaşayınca anladım.

En son 116,25 TL elektrik faturamı geciktirdim ve ha öderim ha ödedim derken gelip kestiler. Neyse gidip ödeyeyim dedim. Daha üzerinde bir ay geçmiş bir fatura bu. Benden BEDAŞ A.Ş. 20,89 TL açma kapama parsı tahsil etti.  Diyebilirsiniz ki ödeseydin kardeşim. Bu da bir bakış açısı.

Fakir zar zor geçinen bir ailenin zaruri ihtiyacıdır, elektrik, su ve yakacak gideri. Sosyal devlet bu insani olan ihtiyaçları aslında ücretsiz vermeli diye düşünüyorum. Hadi olmuyor üzerinden vergilerin kaldırılıp vatandaşa (ev kullanıcılarına) ucuza verilmesini savunuyorum. Tamam, buda olmadı kardeşim vatandaş 50 TL (benim faturam yüksekti ama faturanın ne kadar olduğunun önemi yok) faturayı ödeyemedi diye bir ay bile gecikmesi elektriğini kes ve sonra ondan 21 TL yakın açma kapama parası al. Bunun hangi vicdana sığar. Birde bu alınan paralar özel taşeron firmalara bu iş yaptırılarak yandaşlara aktarıldığına dair duyumlar aldım.

Tabi bu olayın sadece elektrikte değil, sular idaresinin 3 aylık fatura kesimi ile yaptığını, İstanbul’da İGDAŞ’ın da doğalgaz faturasını 3 ay gecikmesi ile kestiğini yine bu kurumlarında açma kapama ücreti aldığını tespit etmiş oldum. Allah’tan korkun kardeşim, zaten namuslu vatandaş fakir olamasa faturasını öder. Kestiniz; bari bu kadar para talep etmeyin. Sizleri Allah’a inanıyorsanız ve Allah’ın adaletine de inanıyorsanız yandaşlarınız bu adaletten kurtaramayacaktır sizleri.

Devlet sosyal devlet olmalı diyorum.  İnsanlarının eşit haklardan yararlanması sağlanmalı. Bir annenin babanın çocuklarını büyütmesi için gerekli olan barınma, ısınma, aydınlanma ve yemesi – içmesi için gerekli suyu bizzat devlet sağlamalı.

Devlet teşviki ile tecavüz derim ben bu anlattıklarıma. İnsanın en önemli özgürlüklerinden biri olan seyahat ve iletişim konusuna girsem bu yazıdan çıkamayacağım. En pahalı akaryakıtı ve en pahalı alo demeyi bizden başka dünya üzerinde başka topluluk yok diye biliyorum.

Buradan siyasilere ve bürokratlara aciz fakir insanlar için sesleniyorum. Lütfen sizler maaşlarınızı tıkır tıkır alıyor devletin tüm imkânlarını sonuna kadar kullanıyorsunuz. Bunları yaparken lütfen vatandaşın zor durumunu da düşünün vicdanınıza seslenin lütfen insaflı olun ve birlerinin birilerine devletin imkânlarıyla ezmesine izin vermeyin.

Fedai Çakır
İstanbul, 02 Şubat 2013

 

Mister Spak Kulağı ve Öğretmenim

e1fa67_267d75a82dd24fbb93d4d367534d16ab

Doğuştan sağ kulağımın üst kısmı ince ve kıkırdağı düzdür.  Yetişkinleşince bu kusurum düzelmedi ama kalınlaşan kulağım kimsenin dikkati çekmiyor haliyle.  Çocukken ise ince güçsüz bir kulaktı sağ kulağım. TRT’nin tek kanal olduğu bu dönemlerde çoluk çocuk hep beraber izlediğimiz “Uzay Yolu” dizisi vardı. İşte orada Mister Spak karakterinin kulağı benim sağ kulak gibiydi. Sevilen, güçlü bir karakter olan Mister Spak özel güçleri olan bir adamdı. Çocukça aklım bu karakter ile bağ kuruyordu ve sorunlu olan sağ kulağımla neredeyse gurur duyar hale gelmiştim.

Yine sıradan bir okul günüydü. Gazoz kapağı’nı koridorda top peşinde koşturarak tepeleyen çocukları camın kenarından izliyordum. Kapak ayağımın tam yanına gelmişti gayri ihtiyari bir tekmede ben attım. İşte olan o an oldu bütün o çocukların suçu benim başıma patladı. Neticede çok da bu konuda saf değildim bende bir tekme atmıştım o kapağa. İşte o muhteşem tekmeyi gören öğretmenim sağ kulağıma asılmıştı birden. Çektikçe çekiyor uzattıkça uzatıyor.

Sabahçı olan ben öğle olmasıyla evin yolunu tuttum.  Rahmetli annem her zaman ki gibi yemeğimi hazırlamış ve benim dönmemi bekliyor. Sofraya oturmamla annem kulağımın arkasından akan kanı görmüştü. İki ders boyunca o kan sızıntısını durdurmaya çalışmıştım. Hafiflemişti ama durmamıştı. Öğretmenin o kadar hışım ile çekmişti ki kulağım kafatasımdan birazcık ayrılmıştı.

Annem Karadeniz kadını, köy yerinde çift tabanca taşımasıyla ünlü yaman bir kadın. Ailede herkes korkar ve sayarda. Adil sevgi dolu olmasına rağmen sertliğini herkes bilir.  Elimden kaptığı gibi okulun yolunu tuttuk. Beş dakika olmadan okulda, altı dakika olmadan erkek olan öğretmenim annemin elinde yerlerde sürünüyordu.  Ben bu çocuğu ne zorlukla büyütüyorum sen nasıl kulağını koparacak kadar çekersin diye.

O gün olanların devamını bu yazıyı okuyanlar merak edecektir. Ama o gün olanların bir önemi yok aslında. Bu olay olduğu günü hiç unutmuyorum Öğretmenler günüydü.

Çok küçük yaşta yaşadığım bu olay o küçük yüreğim de iz bırakmış olsa bile ben öğretmenlerimi hep çok sevdim.  Sevmeye de devam edeceğim.

24 Kasım 2012 tarihinde elimizi başımıza koyup düşünme zamanı geldi.  Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözünün üzerine bir düşünelim istiyorum. “Sizin başarınız Cumhuriyetin başarısı olacaktır.” Ne kadar başarılı oldunuz sevgili öğretmenlerimiz.

İlköğretimi bitirip lise’de öğretmen kelimesini bir kenara atıp “Hocam” kelimesini kullanmaya başladık. Bu sanki büyüdüğümüzü bize anlatan bir kelime idi. Bir dizide Afet öğretmen Hoca camide demesiyle nam salmıştı. Meğer yıllarca bu ülkede hacılar ve hocalar boş durmamış kindar nesil yetiştirmiş bile. Bu günü görmüş olsaydım asla lisede “Hocam” kelimesini kullanmazdım.

Mustafa Kemal’in öğretmenleri 24 Kasım öğretmenler gününüz kutlu olsun…

Fedai Çakır

23 Kasım 2012, İstanbul

 

BİR MUTLU ÜLKE MASALI:

e1fa67_9d855dedec0947dcb4eebad2edc8a06d

Bir Daha Dünyaya Gelirsem Çok Ama Çok Çocuğum Olsun İstiyorum…

Üç tarafı denizlerle çevrili, coğrafya olarak çok güzel bir ülke kuran insanlar topluluğu varmış bir zamanlar… Güzelliği aslında coğrafyasından çok, kahraman insanlarla dolu olmasındanmış…

Yoktan var edilen bu ülkenin çok ama çookkk eskilerden bu yana çookkk düşmanı varmış. Bu düşmanlar bu ülkeyi yıkmak için her türlü yolu deniyor; top, tüfekle alamadıkları bu ülkeyi içten hainlerle yıkmaya çalışıyorlarmış…

Gel zaman git zaman, ülkede her türlü entrika çevrilmiş ama ülkeyi yıkmayı başaramamışlar. Her masalın sonunun güzel biteceğine inanan bu güzel insanlar topluluğu bu masalın da öyle biteceğini sanıyorlarmış…

Ülkenin içinde, eskiden olduğu gibi krallar, padişahlar hüküm sürmüyormuş ama, sözde halkın seçtiği insanlar bu güzel insanları yönetiyormuş. Demokrasi denen bu yönetim şeklinde her dönemde mağdur olan, adaletsizliğe uğrayan güzel insanlar oluyormuş elbette…

Bir gün biri çıkmış, bir şiir okumuş, bu ülkeyi yönetenler de, daha önce yaptıkları gibi, bu kişiyi de hemen içeriye tıkıvermişler.

Bu güzel ülkede yaşayan güzel insanlar yufka yürekli, şefkatli insanlarmış… Biraz şiir okuyana acıma duygusuyla, biraz da hapse attıranlara kızgınlıkla şiir okuyanı başlarına geçirmişler…

Şiir okuyan adam uzun süre bu ülkeyi yönetmiş… Güzel işler yaptığını söyleyip oy veren bu güzel insanlar; ülkenin tüm mal varlığının satılmasını, yine eskiden olduğu gibi adaletsizlikten cezalandırılan insanları unutup mutlu mesut yaşamaya devam etmişler…

Şiir okuyan adam unutmuş bu güzel ülkenin insanlarının, onun şiir okudu diye içeriye girmesinden dolayı çok üzüldüğünü… Adaletsizliğin, haksızlığa uğramanın ne demek olduğunu… Unutmuş adaletin sağlanmasından kendisinin sorumlu olduğunu…

Bu güzel ülkenin güzel insanları, yaratılan şişirilmiş ekonomiyle bolluk içinde, devlet eliyle verilen sadakalarla şen şakrak yaşarken ülkelerine göz diken düşmanlarının emellerini unutmuşlar, ne kadar değerli bir coğrafyada olduklarının farkına bile varmaz olmuşlar…

Düşmanlar daha önce de olduğu gibi ülkelerinde dil, din, ırk, mezhep vs. kötü tohumları ekmeye başlamışlar. Kanlar akmaya başlamış…

Masal bu ya,  bu olayları görmeyen güzel ülkenin güzel insanları,  komşu ülkelerin bu ve buna benzer oyunlarla birer birer yıkıldığını da görmezden gelmiş…

Demokrasi, insan hakları kılıflarıyla ülkeleri zayıflatıp halkı birbirine düşüren bu düşman tohumlarının kendi ülkelerinde yeşerdiğini de görmeyen güzel ülkenin güzel insanları yaklaşan sonu fark edecek mi, diye bekleyen bir masalcı amca varmış…

Masalcı amca gelecekteki kötü günleri fark ediyormuş. Eşine, “Gel hanım, çok ama çok çocuk yapalım,” demiş. “Çocuklarımızın isimlerini biliyorum,” demiş. “İlk oğlumuzun adını Mustafa Kemal koyalım, ikinci oğlumuzun adını İsmet; kızımız olursa Halide Edip koyalım, ha aşkım Fevzi ile Kazım’ı sakın unutmayalım.”

Masalcı amcanın eşinden not: “Bey, koyulacak çok isim var; ben hepsini doğuramam, doğursam da yetişmeleri zaman alır. Sen ocaktaki yemeğe bak, ben komşu kadınları örgütlemeye gidiyorum…”

 

Fedai Çakır

25 Ağustos 2012, İstanbul

Bir Hafta Sonu Yazısı

e1fa67_0762f1e91cea4399a35c9cc6a9807f8f

Hani arada kaçmak ister insan…

Nefes alamadığını hisseder yaşadığı yerde.

İşte öyle bir günde, sevgili dostum Haydar Dulkadiroğlu’nu aradım.

Bu hafta sonu, yine ortak arkadaşımız olan Tahsin Usta’nın açtığı mekâna gidelim dedik.

Hemen organizasyona başladık. Önce ikimiz gitmeyi planlarken oğullarımız ve ağabeyim Yalçın da bize katılınca olduk 5 kişi. Fatih Sultan Köprüsü’nü aşmamız gerekiyor mekâna varmak için…  Köprü trafiği insanları hayatından bezdirmiş, dedik ki sabah 4’te çıkalım yola.

Sabah 5.30’da Şile, Karaburun denen harika bir yere ulaştık. Orman – deniz bir arada.
Önce fenerin orada kahvaltı yaptık.
Çok güzel bir yer ve müthiş bir manzara.
Sonra yüzecek bir yer aradık. Genelde kayalık olan bu sahilde ufak da olsa bizden başka kimsenin olmadığı bir koy bulduk. Kıyı, kayalık da olsa deniz kum ve yüzmeye elverişli.
Yüzmeye başladım. Orada ilk dikkatimi çeken denizin, özellikle insan atıklarıyla dolu olması oldu. Buraya nasıl gelmiş dercesine hayret verici.

 

Öğleye doğru yemek molası ve sevgili Haydar’ın ısrarıyla güneşin altında geçen zaman.
Akşam kampa geri dönüş.
Kampı, orman işletmeden alan ve şu âna kadar bayağı yüklü bir yatırım yapan sevgili Tahsin Usta da bize katıldı.
Mangal ve geç saate kadar süren sohbetlerden sonra yatma zamanı…
Ben ve Haydar çadırda kalmayı tercih ederken ağabeyim ise odada kalmayı seçti.
Anlayacağınız konaklama seçenekleri bulunmakta.

Sabah ağabeyim güzel bir kahvaltı sofrası hazırlamıştı.
Kahvaltıdan sonra Tahsin Usta bizi gezmeye kampın sahiline götürdü ve yapacağı projeleri anlattı:
Deniz suyunu kullanarak yapacağı havuzun, yeri planlandığı gibi olursa sanki denizin üzerindeymiş gibi bir his vereceği ortadaydı. Daha birçok bungalow ev yapacağını, önümüzdeki yıllarda birçok konaklama seçeneğinin de olacağını anlatırken yaşadığı heyecanı biz de onunla paylaştık. Sonra konu çevre kirliliğine geldi.
Tahsin başkan (Başkan diyorum, Tahsin Usta iyi bir sivil toplum gönüllüsüdür.
Birçok sivil toplum kuruluşunda başkanlık ve yönetiminde bulunmuştur) bize sahili gezdirdi.

Neler yok ki denizde ve sahilde: Başta pet su şişeleri, plastik poşetler, araba lastikleri, terlik ve ayakkabılar, koltuk, plastik bidonlar, araba tamponu, tüp; evet yanlış okumadınız bildiğiniz tüp, minder v.s.

Halen Trabzon Dernekler Federasyonu Başkanı olan Haydar Dulkadiroğlu resimledi, biz de inceledik.

Bunları o sessiz sahilde görünce ve bunları atanların insan olduğunu düşündükçe insanlığımdan utandım. İnsan olmaktan utandım.

Kutsal kitaplarda bahsi geçen kıyamet günü, işte insanın kendi eliyle hazırladığı kıyamet, bu kirlilikle başlıyor sanırım.  Doğayı yok edersek bir gün torunlarımız yaşayacak yer bulamayacak.
İçecek su, soluyacak havaya hasret kalacak. İşte kıyamet o zaman kopacak…

Yazıklar olsun insanlığa…

Yazarın notu: Sevgili Tahsin Usta önderliğinde, sivil toplum örgütleri o bölgede sahil temizleme için bir çalışma yapacak. Ben de katılacağım. Daha önce sevgili Haydar Dulkadiroğlu buna benzer bir organizasyon yapmış ve bayağı çöp topladıklarını anlatmıştı. Tabii ki bu çalışmalar güzel şeyler ama önce pisletmemeyi öğrenmeliyiz.

Tahsin Usta’nın işlettiği Karadeniz Parkı’na gitmek isteyenler için www.silekaraburun.com ziyaret etmelerini öneririm. Memnun kalarak huzurlu bir gün geçireceğinize inanıyorum.

Fedai Çakır

30 Temmuz 2012, İstanbul