Etiket arşivi: Mustafa Kemal

MUSTAFA KEMAL VE KÖPEKLERİ

e1fa67_0309d7cfb79f4cd497363b712ce03fc6

Merhaba Datça Ekspres Gazetesi okuyucuları,

Bu sayıdan itibaren siz değerli okuyuculara yazıyor olmak benim için onur verici olacaktır. Datça’nın yazlık bir bölge, tarihi ve doğal güzelliklerini ele alacak olur isek benimde bu konularda yazıyor istememi anlıyor olacaksınız diye düşünüyorum.

Siyasetten mümkün olduğunca uzak hayata dair konuları yazmak istiyorum.  Lafı uzatmadan hemen “Mustafa Kemal ve Köpekleri”  başlığımıza olan merakınınızı gidermek isterim.

Mustafa Kemal’in eğitim hayatımız boyunca askeri ve siyasi konularda dahiliği ve yaptığı işlerle bizlere daha çok anlatıldı. Sokak tan çevirdiğiniz 100 kişinin 99’u Çanakkale savaşında, kurtuluş savaşında ve Cumhuriyet döneminde neler yaptığını az çok dilinin döndüğü kadar size anlatır.

Peki kaç kişimiz onun Hayvanları, doğaya olan düşkünlüğünü anlatabilir. Hemen hemen hiç diyebiliriz.

Bu yazım’da sizlere hayvanlar ile Mustafa Kemal’in ilişkisini detaylı olarak anlatmak isterdim lakin bir köşe yazısında yazabileceklerinizde sınırlıdır. Bu neden ile sizlere bu yazımda Mustafa Kemal’in Köpekler ile olan aşkını sevgisini anlatmaya çalışacağım.

 

‘‘…Mustafa Kemal’in 1. Dünya Savaşı yıllarında doğu cephesinde savaşırken ‘‘Alp’’ adında bir köpeğinin olduğu ve bu köpeğin onun yatak odasının kapısında beklediği ve Atatürk‘ün izni olmadan hiç kimseyi içeri bırakmadığı anlatılır…’’  [1]

‘‘…Ulusal kurtuluş savaşımız sırasında ele geçirilen Yunan komutanlarından birisinin köpeği olan ‘‘Alber’’ adında bir köpeği daha vardır. Beyaz-sarı renklerde bir av köpeği olan Alber’i çok seven Atatürk, onun ölümünden derin üzüntü duymuştur…’’ .[2]

Lakin Mustafa Kemal’in hayatın’da ki en önemli hayvan ‘Foks’’ adında bir sokak köpeğidir.

Kılıç Ali anılarında, Foks’u bir Samsun seyahatinde arkadaşı Deniz Bozok’la deniz fenerinin yanında sabah gezintisi yaparken gördüklerini ve sahibinden rica edip Atatürk’e hediye ettirdiklerinden bahseder. .[3] Cemal Granda anılarında, Foks’un yavruyken Yalova’da seyyar fotoğrafçılık yapan Hasan Efendi’den 50 lira gibi önemli bir paraya satın alındığını anlatır. [4] Başka bir kaynakta ise Foks ‘un bir büyük devletten Gazi’ye hediye edildiğinden bahsedilmektedir. . [5]

Foks’un bir gün Atatürk’ün elini ısırması üzerine çevresindekiler köpeğin Çankaya köşkünden uzaklaştırıp Atatürk Orman Çiftliğine gönderilmesi konusunda Atatürk’ü ikna ederler. Bura da Foks’u iğne ile uyutulduğu gerekli tahlillerin yapıldığı söylenir.

Atatürk’ün Foks’a olan sevgisini bilen veteriner Foks’un içini doldurup vitrine koyar.

Atatürk Orman çiftliğine yolu düşen Atatürk bu manzara karşısında sonsuz bir ıstırap’a kapılır. Veteriner’e öfkelenir, şaşkın şaşkın bakarak uzaklaşır.

Foks devamlı Atatürk’ün yatak odasında ve karyolasının hemen ayak ucunda yatmaktadır. Atatürk, sabaha karşı yatağına girene değin, Foks uykusuz onu bekler. Çok sadık ve duygulu bir köpektir.

Atatürk Foks’un ısırmasını oyuna bağlamıştır, lakin çevresi ikna olmamıştır. Foks’u ölüme götüren bu yolda ısrarlara daha fazla dayanamayan Atatürk izin vermiş ve sonrasın da ise pişmanlığını, üzüntüsünü saklamamıştır.

Terk edilmek insanları olduğu kadar köpekleri de çok üzüyor. Yemeden içmeden kesilip ölen bir çok köpeğin hikayesini sizler de duymuşsunuzdur. Bu hikayeler şehir efsanesi değil gerçek hikayelerdir.

Siz Datça’lı dostlar yazlıkçı olarak gelen ve köpeklerini orada terk eden, zalim, sevgisiz bu insanlara engel olun. Bir çok tatil beldesinde bırakın sokak köpeği olmasını cins köpeklerin terk edildiğini görebilirsiniz. Bir çoğu kendilerine bakma özelliğinden uzak yetişmiş köpeklerdir.

Atatürk’ün bu sokak köpeği Foks’a olan aşkı ve sevgisi bize yol olsun. Onun bu sevgi yolundan da gitmek bizim boynumuzun borcu olsun…

 

Fedai Çakır

16.02.2014, İstanbul

 

Kaynakça: 1. Bekir Çoşkun, Atatürk’ün köpeği… 31 Ocak 2000, 2. Bekir Çoşkun, Atatürk’ün köpeği… 31 Ocak 2000, 3.  Hulusi Turgut, ATATÜRK’ÜN SIRDAŞI kılıç ali’nin anıları, (Türkiye İş Bankası ,Eylül 2005 , sf. 575 ),  Kılıç Ali , ATATÜRK’ÜN HUSUSİYETLERİ , (Cumhuriyet, Mart 1998, sf.88), 4. Cemal Granda,Turhan Gürkan , ‘Atatürk’ün Uşağı İdim, (Kasım 1973, sf.193,194,195) 5. İzzet Aslan ATATÜRK SİLİFKEDE (Töyko, 1969, sf.76,77),

Mister Spak Kulağı ve Öğretmenim

e1fa67_267d75a82dd24fbb93d4d367534d16ab

Doğuştan sağ kulağımın üst kısmı ince ve kıkırdağı düzdür.  Yetişkinleşince bu kusurum düzelmedi ama kalınlaşan kulağım kimsenin dikkati çekmiyor haliyle.  Çocukken ise ince güçsüz bir kulaktı sağ kulağım. TRT’nin tek kanal olduğu bu dönemlerde çoluk çocuk hep beraber izlediğimiz “Uzay Yolu” dizisi vardı. İşte orada Mister Spak karakterinin kulağı benim sağ kulak gibiydi. Sevilen, güçlü bir karakter olan Mister Spak özel güçleri olan bir adamdı. Çocukça aklım bu karakter ile bağ kuruyordu ve sorunlu olan sağ kulağımla neredeyse gurur duyar hale gelmiştim.

Yine sıradan bir okul günüydü. Gazoz kapağı’nı koridorda top peşinde koşturarak tepeleyen çocukları camın kenarından izliyordum. Kapak ayağımın tam yanına gelmişti gayri ihtiyari bir tekmede ben attım. İşte olan o an oldu bütün o çocukların suçu benim başıma patladı. Neticede çok da bu konuda saf değildim bende bir tekme atmıştım o kapağa. İşte o muhteşem tekmeyi gören öğretmenim sağ kulağıma asılmıştı birden. Çektikçe çekiyor uzattıkça uzatıyor.

Sabahçı olan ben öğle olmasıyla evin yolunu tuttum.  Rahmetli annem her zaman ki gibi yemeğimi hazırlamış ve benim dönmemi bekliyor. Sofraya oturmamla annem kulağımın arkasından akan kanı görmüştü. İki ders boyunca o kan sızıntısını durdurmaya çalışmıştım. Hafiflemişti ama durmamıştı. Öğretmenin o kadar hışım ile çekmişti ki kulağım kafatasımdan birazcık ayrılmıştı.

Annem Karadeniz kadını, köy yerinde çift tabanca taşımasıyla ünlü yaman bir kadın. Ailede herkes korkar ve sayarda. Adil sevgi dolu olmasına rağmen sertliğini herkes bilir.  Elimden kaptığı gibi okulun yolunu tuttuk. Beş dakika olmadan okulda, altı dakika olmadan erkek olan öğretmenim annemin elinde yerlerde sürünüyordu.  Ben bu çocuğu ne zorlukla büyütüyorum sen nasıl kulağını koparacak kadar çekersin diye.

O gün olanların devamını bu yazıyı okuyanlar merak edecektir. Ama o gün olanların bir önemi yok aslında. Bu olay olduğu günü hiç unutmuyorum Öğretmenler günüydü.

Çok küçük yaşta yaşadığım bu olay o küçük yüreğim de iz bırakmış olsa bile ben öğretmenlerimi hep çok sevdim.  Sevmeye de devam edeceğim.

24 Kasım 2012 tarihinde elimizi başımıza koyup düşünme zamanı geldi.  Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözünün üzerine bir düşünelim istiyorum. “Sizin başarınız Cumhuriyetin başarısı olacaktır.” Ne kadar başarılı oldunuz sevgili öğretmenlerimiz.

İlköğretimi bitirip lise’de öğretmen kelimesini bir kenara atıp “Hocam” kelimesini kullanmaya başladık. Bu sanki büyüdüğümüzü bize anlatan bir kelime idi. Bir dizide Afet öğretmen Hoca camide demesiyle nam salmıştı. Meğer yıllarca bu ülkede hacılar ve hocalar boş durmamış kindar nesil yetiştirmiş bile. Bu günü görmüş olsaydım asla lisede “Hocam” kelimesini kullanmazdım.

Mustafa Kemal’in öğretmenleri 24 Kasım öğretmenler gününüz kutlu olsun…

Fedai Çakır

23 Kasım 2012, İstanbul

 

BİR MUTLU ÜLKE MASALI:

e1fa67_9d855dedec0947dcb4eebad2edc8a06d

Bir Daha Dünyaya Gelirsem Çok Ama Çok Çocuğum Olsun İstiyorum…

Üç tarafı denizlerle çevrili, coğrafya olarak çok güzel bir ülke kuran insanlar topluluğu varmış bir zamanlar… Güzelliği aslında coğrafyasından çok, kahraman insanlarla dolu olmasındanmış…

Yoktan var edilen bu ülkenin çok ama çookkk eskilerden bu yana çookkk düşmanı varmış. Bu düşmanlar bu ülkeyi yıkmak için her türlü yolu deniyor; top, tüfekle alamadıkları bu ülkeyi içten hainlerle yıkmaya çalışıyorlarmış…

Gel zaman git zaman, ülkede her türlü entrika çevrilmiş ama ülkeyi yıkmayı başaramamışlar. Her masalın sonunun güzel biteceğine inanan bu güzel insanlar topluluğu bu masalın da öyle biteceğini sanıyorlarmış…

Ülkenin içinde, eskiden olduğu gibi krallar, padişahlar hüküm sürmüyormuş ama, sözde halkın seçtiği insanlar bu güzel insanları yönetiyormuş. Demokrasi denen bu yönetim şeklinde her dönemde mağdur olan, adaletsizliğe uğrayan güzel insanlar oluyormuş elbette…

Bir gün biri çıkmış, bir şiir okumuş, bu ülkeyi yönetenler de, daha önce yaptıkları gibi, bu kişiyi de hemen içeriye tıkıvermişler.

Bu güzel ülkede yaşayan güzel insanlar yufka yürekli, şefkatli insanlarmış… Biraz şiir okuyana acıma duygusuyla, biraz da hapse attıranlara kızgınlıkla şiir okuyanı başlarına geçirmişler…

Şiir okuyan adam uzun süre bu ülkeyi yönetmiş… Güzel işler yaptığını söyleyip oy veren bu güzel insanlar; ülkenin tüm mal varlığının satılmasını, yine eskiden olduğu gibi adaletsizlikten cezalandırılan insanları unutup mutlu mesut yaşamaya devam etmişler…

Şiir okuyan adam unutmuş bu güzel ülkenin insanlarının, onun şiir okudu diye içeriye girmesinden dolayı çok üzüldüğünü… Adaletsizliğin, haksızlığa uğramanın ne demek olduğunu… Unutmuş adaletin sağlanmasından kendisinin sorumlu olduğunu…

Bu güzel ülkenin güzel insanları, yaratılan şişirilmiş ekonomiyle bolluk içinde, devlet eliyle verilen sadakalarla şen şakrak yaşarken ülkelerine göz diken düşmanlarının emellerini unutmuşlar, ne kadar değerli bir coğrafyada olduklarının farkına bile varmaz olmuşlar…

Düşmanlar daha önce de olduğu gibi ülkelerinde dil, din, ırk, mezhep vs. kötü tohumları ekmeye başlamışlar. Kanlar akmaya başlamış…

Masal bu ya,  bu olayları görmeyen güzel ülkenin güzel insanları,  komşu ülkelerin bu ve buna benzer oyunlarla birer birer yıkıldığını da görmezden gelmiş…

Demokrasi, insan hakları kılıflarıyla ülkeleri zayıflatıp halkı birbirine düşüren bu düşman tohumlarının kendi ülkelerinde yeşerdiğini de görmeyen güzel ülkenin güzel insanları yaklaşan sonu fark edecek mi, diye bekleyen bir masalcı amca varmış…

Masalcı amca gelecekteki kötü günleri fark ediyormuş. Eşine, “Gel hanım, çok ama çok çocuk yapalım,” demiş. “Çocuklarımızın isimlerini biliyorum,” demiş. “İlk oğlumuzun adını Mustafa Kemal koyalım, ikinci oğlumuzun adını İsmet; kızımız olursa Halide Edip koyalım, ha aşkım Fevzi ile Kazım’ı sakın unutmayalım.”

Masalcı amcanın eşinden not: “Bey, koyulacak çok isim var; ben hepsini doğuramam, doğursam da yetişmeleri zaman alır. Sen ocaktaki yemeğe bak, ben komşu kadınları örgütlemeye gidiyorum…”

 

Fedai Çakır

25 Ağustos 2012, İstanbul