Etiket arşivi: Karadeniz

BİR KÖY MASALI, RÜYA İLE GERÇEK ARASINDA

e1fa67_6c991e7030f24154a10c297155890e0b
Alaçam balıkçı limanı

Bir yerin cennette cehennem de yapan orada yaşayan insanlardır sözünü hatırlamak için geldiğim bir köy Samsun’un Alaçam ilçesine bağlı Toplu köyü.

Sevgili iş arkadaşımın Adem Çelebi’nin doğup büyüdüğü bir köy burası.

Dümdüz bir ova burası, deniz hemen yanı başın da. Deniz o kadar bereketli ki balığı çıktığımız bir akşam dört farklı balık tutup, dört farklı tadı tatmış olabiliyorsunuz.

Kumsal kelimesi az kalıyor ucu bucağı olmayan kilometrelerce ince kuma sahip bir sahil şeridine sahip. Yürümeye kalkar iseniz baya zorlanıyorsunuz ve arada deniz ile birleşen nehir ağızlarından paçaları sıvayıp geçmek zorunda kalabilirsiniz.

Balıkçılık yanı sıra bir çok av mevsimin de av yapma imkanı olan bir yer. Fakat en önemlisi güzel cana yakın, bozulmamış bir Anadolu / Karadeniz sahili burası.

Bir film için mekan olarak bakmaya geldiğim bu güzel köye. Fikrimi sorarsınız,

Rüya gibi,

Muhteşem,

Muhteşem ötesi,

Söylenecek söz bulamıyorum,

Biri beni uyandırsın.

Filmden sonra bozulmasından korktuğum bu köy için çok güzel fikirlerim de var.

Köyün bağlı olduğu ilçe olan Alaçam’da sokak hayvanlarına son derece hoş görü ile bakıldığını dükkanların önlerinde köpeklerin sere serpe yatmasından anlayabilirsiniz. Birde esnafın hayvanları belsemsinden.

Belediye başkanı ile görüşme şansım olmadı ama illa görüşüp bir ricada bulunacağım. Toplu köyünün bir leylek köyüne dönüştürülmesini rica edeceğim. Direkler dikilip üzerine leylekler yuva yapsın diye alanlar yapılmasını isteyeceğim. Buna benzer bir şeyi Adem’in sevgili babası evinin bahçesine kendi imkanları ile yapmış ve leylekler de oraya yuva yapmış.

Ben bu köye geldiğimde bir dayım daha oldu, birde teyzem… Balıkçı Hayri ise abim, Adem’in ailesi de ailem oldu. Kardeşleri ise kardeşlerim.

Onlar ve köyde yaşayan insanlar sayesin de anladım ki burayı cennet yapan bu insanlarmış. Elbette doğası güzelliği de bonus’u.

İnsan bir işte birileriyle çalışıyor ise yaptığı işin bedelini elbette almalı. Lakin her şeyin para olmadığını da söylemek lazım. Çalıştığınız insanlar paradan daha önemli çoğu zaman. Çalışan insan çalıştığı insanları seviyor olmalı, sevgili patronum Adil Elmas da beni seviyor olmalı ki onunla hem iş hem de kısa bir tatil yapma imkanı buldum Antalya’nın Side ilçesin de. Teşekkür ederim yüreği kocama adam.

Fedai Çakır

11 Mayıs 2015, Toplu Köyü

HALİÇ (ALTIN BOYNUZ)

e1fa67_db3d3b83c7014f35a756c3134ed8ace9
Haliç’in Piyar Loti tepesinden görünümü

Hakkını haklıya vermek bizlere aile içinde öğretilen bir ahlaki görevdir.

Rahmetli Özal’ın “… benim memurum işini bilir” kelimeleriyle ülkenin ahlak anlayışı hızla değişmeye başladığını üzülerek gözlemledim.

Rüşvet, yolsuzluk, adam kayırma o günden bu yana Türk milletinin ahlaksızlık manasından çıkarılıp işini bilir oldu ve normalleştirildi.

Adaletin yerini bulmaması Cumhuriyetin kurulduğundan bu yana devam etmektedir. Maalesef insanlarımız kanunlara, devlete, savcısına, hakimine, avukatına tam olarak güvenip adalet bu ülkede vardır diyemedi/diyemiyor da.

Aslında Hakkını haklıya vermek adalet duygusu ile insanın vicdani bir yanı olması gerekmektedir.

O kadar çok hakkını haklıya verilmediğine şahit oluyoruz ki ben bu yazımda sadece birini anlatacağım.

Ben Orta okul ve Lise yıllarımı Haliç sahilinde olan Eyüp Lisesin de geçirdim. Eyüp Lisesinden mezun olmak benim gibi Eyüplü olanlar için bir onur duyulan hadisedir.

Her ne kadar onur duysak da bizim okuduğumuz dönemlerde Haliç balçıklarla dolmuş ve ağır bir pis koku yayıyordu. Okulda okuyan biz öğrenciler için bunun nasıl bir duygu olabileceğini varın siz karar verin.

Aradan geçen yıllarla 12 Eylül Olmuş ve tek parti olarak Ana Vatan Partisi lideri Turgut Özal başbakan olmuş, İstanbul Belediye başkanı olarak da 1984 yılın da Bedrettin Dalan seçilmiş di.

1984 yılın da Haliç karşılıklı iki sahili de Türkiye’nin sanayisini taşımaktaydı. Sahile sıfır olan bu fabrikalar tüm atıklarını Haliç’e boşaltmak da, ayrıca koca İstanbul’un lağım suları da buraya akmaktaydı. Anlayacağınız iki uçu boklu değnek durumundaydı.

Bedrettin Dalan ve ekibi tabi ki Başbakan Özal’ın da destekleri ile Haliç’in iki yanı askeri Taşkızak Tersane ve Haliç Tersanesinin arazileri hariç tamamen istimlak edilip yıkıldı. O günkü ülkenin mali kaynakları, inşaat sektörünün de geldiği noktayı düşünürseniz bu olay çok zor ve başarılması zor gibiydi. Birde bunlara fabrika sahiplerinin siyasi baskılarını da unutmamak gerek.

Gözlerimle şahit olduğum bu olay gerçekten İstanbul için yapılan en büyük hizmetti. Tabi bu yıkımları yaparken başka bir sorunu da aşmak zorundaydılar. Lağım suyunun arıtılması ve İstanbul’un olmayan alt yapısının yapılaması da gerekmekteydi.

İstanbul belediyesi bir taraftan İstanbul da alt yapı seferberliğine başlamış bir taraftan da haliç kenarında ki tüm binaları yıkmaya başlamıştı. Kısa sürede Lağım sularının bir çoğu arıtma tesislerine bağlandı ve temizlenip Marmara denizin ortasına basılmaya başlandı. Ancak hala yetersizdi.

Büyük bir iş başarılmış ve Haliç’in iki yanı yeşil alanlara kavuşturtmuştur. 1986 Yılında Özal ile çatışmaya girmesiyle Belediye başkanlığı koltuğunu bırakmak zorunda kalan Dalan’ın Perşembe Pazarını kaldırmaya yetmemiş burası o şekilde kalmıştır. Halbuki burayı kaldırmak için Okmeydanın da Perpa iş merkezini kurdurtmuştu.

Nurettin Sözen’in döneminde haliç sahilindeki ve denizde ki çalışmalar yavaşlamış bu dönem İstanbul’da susuzluk, İSKİ skandalı ve sokaklarda çöplerin toplanamaması olarak hafızlara yer etmiştir.

27 Mart 1994 seçimlerinde Recep Tayip Erdoğan belediye başkanı seçilmiş ve Belediyecilik de yeni bir anlayış ve örgütlenmeyle çalışmaya başlamıştır. Bu dönemde arıtma testileri artırıldı ve en önemlisi Haliç Zemininde bulunan balçık eskiden Taşocağı olan Alibeyköy yolunda ki alana borularla basıldı. Bu gerçekten taktir edilecek bir hizmetti bu saya de zemin de balçık hemen hemen kalmadı diyebiliriz.

Devlette devamlılık esasına göre bundan sonra gelen belediyelerde bir takım çalışmalar da bulundu. Karadeniz’den suların basılması da bunlara birer örnektir.

Bu yazıyı Eyüp Belediyesi’nin “Tarihten günümüze “Bir Masal Denizi Haliç” belgeseli…” izledikten sonra yazmaya karar verdim. Belgeseli izlediğinizde yaratılan algı Haliç’in temizlenmesi Recep Tayip Erdoğan tarafından yapıldığı ağlısı yaratılmıştır. Halbuki devlette devamlılık la yapılan hizmetler elbette vardır fakat bu projenin asıl Kahramanı Bedrettin Dalan’dır. Hakkı hakkı olana vermek gerektiğini düşünmekteyim.

Bunun yanı sıra AKP idaresinde Haliç’de sahil kenarın da yapılaşmalar yapılmış ve tam tersine gördüğümüz yeşil alanlar birer birer yok edilmektedir.

Bu gün yeşil alan olması beklenirken ABD’li bir firmaya AVM, eğlence merkezi olarak yapılan Vailand’ın bulunduğu alan Haliç’in balçıkları ile doldurulmuştur. Burasının büyük bir Bölge parkı olması ne büyük kazanç olurdu.

Feshane’de etkinlikler yapılsın diye etrafında ağaçlar ve çimlerle dolu alan otopark haline çevrilmiş ve İspark verilmiştir. Tüm Eyüplüler bilir ki burası Eyüp iskelesine kadar yeşil alan olarak kullanılıyordu.

Haliç Sosyal Tesisleri diye sahile bir bina yapılıp yeme içme yeri haline getirilmiştir. Yine Eyüp Hastanesinin oraya varlığı çok eskilerde varmış diye bir konak diktiler. Bu iki bina insanlarının sahil ile olan yürüyüş alanlarını da kapattı haliyle. Hele sütlüce tarafı Dalan zamanın da da tam el atılmamış dı o alan tamamen sahil neredeyse kafeler, vs şekilde sahil işgal edilmiş durumda.

Yazıyı bitirmeden bir not düşmek isterim. Bedrettin Dalan’ı belediye başkanlığından tanımış ve kişisel olarak sevmediğim bir yapısı vardır lakin hakkı haklısına vermek için bu yazıyı yazma ihtiyacı duydum. Ayrıca bu yazdıklarımın canlı şahitlerinden biri de hem mahalle arkadaşım, hem de Eyüp Lisesinden arkadaşım olan Eyüp Belediye Başkanı Remzi Aydındır. Umarım bu yazı sayın başkan’ın hafızasını tazeler. Belgeseli izlemek isteyen için link aşağıdadır.

http://vimeo.com/114762987

 

Fedai Çakır

19 Aralık 2014, İstanbul

 

HALİÇ’İN BUGÜNKÜ HALİNİ GÖRÜNTÜLERİ BANA AİT BİR KLİPTEN İSLEYİN…

BİR DEREDE BALIK OLSAYADIM

e1fa67_33427f26eb994b7c82395df9b269f06b

Karadeniz’i nasıl bilirisiniz?

Sorusuna sanırım her kes bu ülkede çok ama çok yeşil ve her yerden sular akan bir bölge der.

Bu yazıyı sizlere bir Karedeniz köyünde babadan kalma kestane ağacından yapılmış bir köy evinden yazıyorum. Hemen camdan baktığımda muhteşem bir manzara var.

Manzaramı kapatan tek çirkinlik hemen caminin yanında yapılmış üç dört katlı beton binalar.

Evimin yanı başında yine amcamın içinde yaşayamadan inşaatını bitirdiğinde vefat ettiği yine 4 katlı beton bir bina var. Hemen ilerinde daha buna benzer birçok beton binalar var.

Karedeniz halkında bir görgüsüzlük maalesef bulunmakta. Büyük şehirlerde kazanılan paralar, yurt dışında kazanılan paralar buraya beton bina olarak dönüyor. İş aş yatırım olarak değil.

Çocuk sayısına göre yapılan binalar. İki çocuğun var ise iki katlı, üç çocuk var ise üç katlı ve dört çocuğun varsa dört katlı beton binaların yapılamasında temel neden her çocuğa bir kat olsun ve benim bakın çok param var psikolojisi.

Buralarda bitmeyen birkaç konu vardır. Birinci sırada kim ne kadar kazanıyor neyi var atı arabası, binası dairesi v.s, ikinci sırada da paylaşılamayan yerlerin muhabbeti.  Az çok da siyaset konuşuluyor. Neden ise çevre ile alakalı konuşulması gereken hiçbir konu halk arasında konuşulmuyor. Tanrı buraları yaratırken diğer bölgelere göre çömer davranmış. Bu cömertliğe güvenen halkın çevre pek de umurunda değilmiş gibi. En azından haksızlık yapmamak adına birçoğunun umurunda değil diyeyim.

Peki, Karadeniz’in engin ırmaklarında, derelerinde obuzlarında bir balık olsaydım?

Taflan diye adlandırılan bir ağaç var onun meyvesini ezip derenin suyuna karıştırsanız balıklar kendilerini kenara atarlar ve küçük büyük telef olurlar, yine bu işlem Ceviz’in yeşil kabuğunu da ezip yaparsanız ve derenin suyuna karşınca gözleri yanan balıklar suyun üstüne çıkıp kenara atarlar ve telef olurlar. İşte bunlar gelebilir başınıza her an acımasız insanlar yavru büyük demeden senin gözlerini yakıp sonrada ölmene neden olabilir. Bunlarla uğraşmayan bazı inşalar ise sönmemiş kireç dökerek yapıyor bu işkenceyi. İşte insanoğlu böylesine acımazsız olabiliyor bu derelerin özgür balıklarına karşı.

Bir derede balık olsaydım sadece bunlarla da mücadele etmeyecektim ki bir gün ansızın susuz kalabilir dere yatağım.

HES denen bela ile susuz kalacaktım. Belki bilmeyenler vardır HES’ler dere yatağındaki suyu borularla kilometrelerce taşıyarak derenin yüksek kesiminden aşagı kesime inerek suyun ivme kazanması ile elektrik sağlıyorlar.  Sağladıkları enerji bilim adamları tarafından tartışıla dursun, asıl mesele o suyun borularda kaldığı kilometrelerde değişen ekoloji denge ve derelerde yaşayan canlıların yaşam hakkının olmaması. (Fotograf 1)
İnsanların egoları, kibirleri, devletin yanlış politikaları derken Kardeniz’in çömert doğasıda gün geçtikçe köşeye sıkışmaktadır. Gün gelir ne burada yaşamak isteyecek insan olasın gelir ne de derede balık olasın…

Fedai Çakır

17 Temmuz 2013 – Giresun

Mister Spak Kulağı ve Öğretmenim

e1fa67_267d75a82dd24fbb93d4d367534d16ab

Doğuştan sağ kulağımın üst kısmı ince ve kıkırdağı düzdür.  Yetişkinleşince bu kusurum düzelmedi ama kalınlaşan kulağım kimsenin dikkati çekmiyor haliyle.  Çocukken ise ince güçsüz bir kulaktı sağ kulağım. TRT’nin tek kanal olduğu bu dönemlerde çoluk çocuk hep beraber izlediğimiz “Uzay Yolu” dizisi vardı. İşte orada Mister Spak karakterinin kulağı benim sağ kulak gibiydi. Sevilen, güçlü bir karakter olan Mister Spak özel güçleri olan bir adamdı. Çocukça aklım bu karakter ile bağ kuruyordu ve sorunlu olan sağ kulağımla neredeyse gurur duyar hale gelmiştim.

Yine sıradan bir okul günüydü. Gazoz kapağı’nı koridorda top peşinde koşturarak tepeleyen çocukları camın kenarından izliyordum. Kapak ayağımın tam yanına gelmişti gayri ihtiyari bir tekmede ben attım. İşte olan o an oldu bütün o çocukların suçu benim başıma patladı. Neticede çok da bu konuda saf değildim bende bir tekme atmıştım o kapağa. İşte o muhteşem tekmeyi gören öğretmenim sağ kulağıma asılmıştı birden. Çektikçe çekiyor uzattıkça uzatıyor.

Sabahçı olan ben öğle olmasıyla evin yolunu tuttum.  Rahmetli annem her zaman ki gibi yemeğimi hazırlamış ve benim dönmemi bekliyor. Sofraya oturmamla annem kulağımın arkasından akan kanı görmüştü. İki ders boyunca o kan sızıntısını durdurmaya çalışmıştım. Hafiflemişti ama durmamıştı. Öğretmenin o kadar hışım ile çekmişti ki kulağım kafatasımdan birazcık ayrılmıştı.

Annem Karadeniz kadını, köy yerinde çift tabanca taşımasıyla ünlü yaman bir kadın. Ailede herkes korkar ve sayarda. Adil sevgi dolu olmasına rağmen sertliğini herkes bilir.  Elimden kaptığı gibi okulun yolunu tuttuk. Beş dakika olmadan okulda, altı dakika olmadan erkek olan öğretmenim annemin elinde yerlerde sürünüyordu.  Ben bu çocuğu ne zorlukla büyütüyorum sen nasıl kulağını koparacak kadar çekersin diye.

O gün olanların devamını bu yazıyı okuyanlar merak edecektir. Ama o gün olanların bir önemi yok aslında. Bu olay olduğu günü hiç unutmuyorum Öğretmenler günüydü.

Çok küçük yaşta yaşadığım bu olay o küçük yüreğim de iz bırakmış olsa bile ben öğretmenlerimi hep çok sevdim.  Sevmeye de devam edeceğim.

24 Kasım 2012 tarihinde elimizi başımıza koyup düşünme zamanı geldi.  Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözünün üzerine bir düşünelim istiyorum. “Sizin başarınız Cumhuriyetin başarısı olacaktır.” Ne kadar başarılı oldunuz sevgili öğretmenlerimiz.

İlköğretimi bitirip lise’de öğretmen kelimesini bir kenara atıp “Hocam” kelimesini kullanmaya başladık. Bu sanki büyüdüğümüzü bize anlatan bir kelime idi. Bir dizide Afet öğretmen Hoca camide demesiyle nam salmıştı. Meğer yıllarca bu ülkede hacılar ve hocalar boş durmamış kindar nesil yetiştirmiş bile. Bu günü görmüş olsaydım asla lisede “Hocam” kelimesini kullanmazdım.

Mustafa Kemal’in öğretmenleri 24 Kasım öğretmenler gününüz kutlu olsun…

Fedai Çakır

23 Kasım 2012, İstanbul