ŞEHİT OLDU DİYE ACIMIZI HAFİFLETMEYE KALKMAYALIM

e1fa67_1c8994cf1f934980a8c9b5ce18d95e0a

Şehit haberleri izlemeye yüreğim dayanmadığından artık izlemez oldum.

Ancak yine de uzaktan bakıp duyarsız kalamazdım.

Cenazelere baktım; binlerce insan alanları doldurmuş.

CHP ya da MHP, mitinglerinde bu kadar insan toplayamıyor.

Hatta AKP de toplayamıyor.

Peki, bu kadar insan şehitler için toplanabiliyor da neden siyasilere bir baskı gelmiyor ya da şöyle sorayım bu siyasiler bu toplanan kalabalığı hiç mi tınlamıyor?

Ben anlamıyorum, anlayan bana da anlatsın…

Bir toplumda yaşananları çabucak unutma hastalığı varsa siyasilerin de bu kalabalıktan etkilenmeyeceği aşikâr…

Nasılsa yarına unuturlar, der ve kendilerini baskı altında hissetmezler.

Ne oluyor toplumumuza? …

Hatırlarsanız, bugün meydanlarda toplanan insanların yarısı bile toplansa hükümetler devrilir, seçimler kaybederdi bu ülkede.

Doğrusu da bu olmalı zaten. Siyasiler toplumdan korkmalı, onların tepkisine kayıtsız kalmamalılar.

Neden peki, böyle olaylarda meydanlar doluyor da, siyasilere baskı yapamıyoruz; sorunu kökünden çözemiyoruz?

Ben anlamıyorum anlayan varsa anlatsın…

“Sokağın sesi” diye bir tabir vardı bir zamanlar, sokağın sesi “boş teneke” oldu… Sandıkta kendini belli etmeyen sokaklar, siyasilerin oyun oynadığı arka bahçeye dönüşmüş.

Ölen öldüğüyle kalıyor her zaman olduğu gibi…

Bir ülkede hayat bu kadar ucuz olmamalı ya da şehit oldu diye acımızı hafifletmeye de kalkmayalım.

Pisipisine ölen çocuklar

Benim acım böyle hafiflemiyor. Ben artık şehitlik mertebesi istemiyorum, akan bu kanın son bulmasını istiyorum.

Marlo Morgan ne güzel demiş: “Gerçek gerçektir. Sen birinin canını acıtırsan, kendi canını acıtırsın. Birine yardım edersen, kendine yardım edersin. Kan ve kemik bütün insanlarda bulunur. Farklı olan yürek ve niyettir…
Fedai Çakır

21 Haziran 2012, istanbul

ARTIK YAŞAMAKTAN DAHA KOLAY ÖLÜNÜYOR

pariskahveleratlasi_kapak.indd

Uğur Kökden’in. Paris Kahveler Atlası (Kavis Kitap. s. 15) kitabından alıntıdır bu sözler…

Uğur ağabeyin bu sözleri kullandığı metin çarpıcı bir olayı anlatmakta… O olaya yer vermeden önce bu derin sözlerin aynı zamanda bugün geldiğimiz noktada da ne kadar anlamlı olduğunu görelim…

“Artık yaşamaktan daha kolay ölünüyor.” Sıradanlaşmıştır ölümler,

Kırmızı ışıkta geçen alkollü bir sürücü hayatınızı elinizden alabilir, Buzlanmış kaldırımda ayağınız kayabilir beyin kanamasından ölebilirsiniz, Kızılay’ın verdiği kandan AIDS kapıp ölüm yolculuğuna çıkabilirsiniz, Kendi düğününde vurulan gelinler, balkonda otururken ölen çocuklar, molotof kokteyl denen ölüm kokteyli ile can veren öğrenciler…

Bunlar nedensiz, pisi pisine yok olan hayatlara verilebilecek birkaç örnek. Bir de polis, asker, savcı olduğu için ölümle yaşayanlar var.

En acılarından biri de, töre diye yok olan hayatlar…

Bir de ucuz hayatlar vardır, ölenlerin hayatları ucuz manasında demiyorum; devletin ucuz harcadığı hayatlar…

Gerçekten de, “Artık yaşamaktan daha kolay ölünüyor…”

Ölenle ölünmez deriz ve ölümleri çabucak unuturuz… Dün Ermeni tasarısını kabul eden Fransa’ya karşı atıp tutanlar yok oldu birden, her konuda olduğu gibi bu da unutulanların arasında yer alacak muhtemelen.

Başbakan’ın koz olarak kullandığı Cezayir’in bağımsızlığı için Cezayir’de akan kan Cezayirlilerindi. Ama bir de tam 50 yıl önce, 9 Şubat 1962’de, Fransa’da Cezayir’in kurtuluşu için yapılan gösteriler vardı. Bu gösterilerde Fransız polisi kendi halkını yetişkin, çocuk dememiş katletmişti.

Ünlü yazar Uğur Kökden, o günleri durmaksızın acıya boğan Cezayir Kurtuluş Savaşı ve bir de, bilinmeyeni ağır basan Küba Bunalımı’nı,  tanıklıklarını, “Paris Kahveler Atlası”nda yazmış.

Uğur Kökden 9 Şubat 1962’yi şöyle anlatıyor:

“Dün akşam büyük bir kitle gösterisi vardı. Cezayir’e bağımsızlık verilmesini isteyenler tarafından düzenlenmişti. En azından altmış bin kişi, bugünkü gazetelerin verdiği rakamlara göre.

Ne yazık ki, polis üçü kadın sekiz göstericiyi öldürdü. Biri, yirmi yaşında genç bir kız: öbürü, on beş yaşında bir çocuk. Bu arada, iki yüz altmış da yaralı var.

Artık yaşamaktan daha kolay ölünüyor.

Charonne metrosu olayları, Cezayir’in bağımsızlığı için düzenlenen miting ve bu mitingin ölüleri sözgelimi. Polisle içeriden demir kapısı çekilmiş metro girişi arasında sıkışarak coplanan, ezilen ve ölenler… Kadınlar, çocuklar.

OAS’ın terörü! Bireylere yönelik bombalamalar.

Matematik Profesörü Schwartz’ın çocuğunun kaçırılması. Ayrıca, geçen ilkyazda iki yetişmiş oğlunu yitiren ünlü romancı – o sırada General Charles de Gaulle’ün Kültür Bakanı – André Malraux’un oğlunu hedef alan bombalama!

Bakan’ın Boulogne Ormanı’ndaki evinde patlayan o plastik bomba, yazık ki, masum küçük bir kız çocuğunun gözlerine mal oldu.”

Unutma, unutturma…

Siyah atlar ölür

al atlar ölür

Cezayir’de atlar ölür

Aşkları unutsak yeridir!

Sonra, Nâzım Hikmeti andıran kimi bölümler:

 

Cezayir’de atların

gördüğünü kimse görmedi

kimse bu ölümlerle

Cezayir’li gibi

ve Cezayir’li kadar

ölmedi

Ama, Cezayir yaşıyor!”

(Sezai Karakoç)

 

Fedai Çakır, İstanbul

 

Ünlü Çocukların Ünsüz Babası: MUĞLA

e1fa67_f0bec04480f846e59949f047f5c7b8b3

Bazı iller vardır ilçeleri kendinden ünlü… Ben o şehirleri, ünlü babanın ünsüz çocuğuna benzetirim hep…

İşte böyle bir şehirdir Muğla…

Ünlü ilçeleri hep önde: Bodrum, Fethiye, Marmaris, Datça… Anket yapsanız bilinirlik anlamında, bu ilçeler daha çok oy alacaktır.
Muğla, ünlü çocukları olan bir aile büyüğüdür benim gözümde…

2009 yılında helikopter ve uçakla Muğla semalarında bir çekim yapmıştı yakın dostum fotoğraf sanatçısı Abdullah Kırbaş.

Fotoğrafları önceden gören şanslı insanlardan biriydim… Bu fotoğrafların kesinlikle sergilenmesi gerektiğini düşünmüştüm. Hatta Beşiktaş Belediyesi’nden sergi alanını rica etmiştim ve bu talebim de karşılanmıştı. Fakat diğer masraflar için sponsor bulamadığımız için öylece kalmıştı.

 

Bugün, benim de sergilenmesini istediğim bu fotoğraflar, “Kuş Bakışı Muğla” adı altında Cağaloğlu’ndaki basın müzesinin 2. katında sergilenmeye başladı.

Özellikle görülmesi gereken birkaç fotoğrafı sizlerle paylaşmadan edemeyeceğim.

Bodrum müzesindeki Romalı asker heykellerinden esinlenerek dana derisinden el yapımı sandalet yapan Bodrumlu Ali Güven fotoğrafı,

MÖ 540’da inşa edilen Delphi’deki hazine binasının arasında bulunduğu, 20 bin kişilik bir tiyatro ve 5 bin kişilik bir odeonun yer aldığı Knidos’un şarap, kültür ve sanat merkezinin kuş bakışı Datça Knidos fotoğrafı,

Yine Datça yarımadası Uzundere, Bükçeğiz Koyu fotoğrafı,

Issız ormanlarla kaplı, yolu izi olmayan bir koya yolculuk ediyorsunuz: Fethiye Göcek Adası fotoğrafı…

Marmaris İngiliz Limanı fotoğrafına bakınca, muhteşem güzellik içerisindeki irili ufaklı koyların içerisinde kaybolası geliyor insanın…

 

Fethiye Kayaköy fotoğrafının bende bıraktığı ilk izlenim; Tanrı gökten taşlar atmış – ama bunlar yontulmuş taş – ve oraya taştan bir cennet yapmış.

Abdullah Kırbaş’ın açılış konuşmasından anladığım, 48’den fazla fotoğraf sergilendiği… En çok etkileyenleri sizinle paylaştım; gidip gördüğünüzde sizi de etkileyecek, içine alıp götürecek fotoğraflar olacaktır…

Yazılarımda isim yazmayı, teşekkür etmeyi pek sevmem. Ama burada özellikle Muğla Valisi Fatih Şahin’e teşekkür etmek gerekiyor, çünkü bu sergi Valiliğin himayesinde açılmış. Bir de sergilenen fotoğrafların basılı olduğu ve açılıştaki konuklara hediye edilen kitap basılmış, ben de muhteşem görüntülere sahip bu kitaba sahip olduğum için şanslıyım…

Sergiye destek verenlerden de bahsetmek gerekirse; Muğlalılar ve bizim gibi Muğlalıları sevenler oradaydı. Muğla Belediye Başkanı Osman Gürün, İstanbul’daki Muğla İl ve İlçeleri Kültür ve Tanıtım Derneği Başkanı Serter Karataban ve yönetimi, Muğla milletvekilleri Prof. Dr. Yüksel Özden, Ali Boğa, İstanbul Vali Yardımcısı Ahmet Deniz, bir de beni kırmayıp bana eşlik eden Trabzon Dernekler Federasyonu Başkanı Haydar Dulkadiroğlu sergiye destek verenler arasındaydı.

Sergi, 24 Şubat’a kadar gidip görülebilir.

 

HİÇBİR ŞEYE İNANMIYORSAN YARATANA İNAN YETER

e1fa67_9fab6905e5984335b33e24dff32c4eda

Neden, Yaratanın/Tanrının/Allahın en muhteşem yarattığı insanoğlunun, sevmek için sadece yaratana inanması yetmiyor?

Sadece yaratana inanmış olsaydı insan; kedi, köpek, yılan, sülük demez, sevmez miydi tüm yaratılanları? Korumaz mıydı onları?..

Sadece yaratana inanmış olsaydı insan; yaşadığı dünyanın denizini, ormanını, nehrini, suyunu sevmez miydi? Korumaz mıydı onları?..

Sadece yaratana inanmış olsaydı insan; Hıristiyan, Yahudi, Müslüman diye ayırım yapmadan sevmez miydi, korumaz mıydı BİRBİRİNİ?..

Yaratan sormaz mı:

Irak’ta, Afganistan’da, Libya’da, Mısır’da olanlara ses çıkarmadın çanak tuttun…

Niye ölümlere seyirci kaldın?

Yetmedi mi, diye sormaz mı?

Gözlerindeki perdeyi kaldır, gör demez mi?

Suriye halkından ne istiyorsun, diye sormaz mı?

Suriye’ye gidip gezen gazeteci arkadaşlarımdan, yine Suriye’de evlenip orada yaşayan iş adamı arkadaşımdan duyduklarım dudak uçurtan şeylerdi…

El Cezire televizyonunun, ölüm sahnelerini bir film gibi kurgulayıp çektiğini anlatırlarken şaşkınlığımı gizleyemedim…

Askerin üzerine ateş açıp kaçan provokatörleri… Bir anda onlarca askeri vurup kaçarak halkın arasına karışanları…Halkın Esat yönetimine nasıl bağlı olduğunu ve daha birçok şey anlattılar…

Bu anlatılanlardan anlaşılan o ki, Suriye üzerinde de, Irak’ta, Libya’da, Mısır’da oynanan oyunlar devam etmekte…

Şu an Türkiye’de bir kamuoyu araştırması yapılsa eminim ki Suriye’ye askerî bir müdahaleye “hayır” çıkacaktır… Bir avuç insan dışında neden kimse sesini çıkarmıyor?..

Hiçbir şeye inanmıyorsan bir yaratan olduğuna inan yeter…

Allah’tan kork

 

BİRBİRİNE KÜFÜR EDEN KOCA ADAMLAR TANIYORUM

e1fa67_b5f91f5e630a48d78b9f515b38787a5f
Fedai Çakır

Küfür etmeyen çocuk pek yoktur, edilen küfür içerik anlamıyla çok ağır olsa da çocukken yapılan küfrün altı hep boştur. Laf olsun diye, belki o an ki öfkenin tesiriyle edilen bu küfürler unutulup gider ertesi gün. Yine aynı sokakta misket oynar, gazoz kapağını düşürmeye çalışırdık bizler.

Koca koca adamlar küfür ediyorlar, üstelik de içeriği çok ağır küfürler… Çocukluktaki gibi değil bu küfürler, altı dolu küfürler. Yenilir yutulur değil bu küfürler. Üstelik çocukluktaki gibi karşısındakinin yüzüne değil, arkasından edilen küfürler bunlar…

Sosyal medya aracılığıyla küfrün dozu da kaçmış durumda, ama bir namertlik, hayasızlık da söz konusu tabii ki… Kimse yüz yüze küfür etmiyor, nasılsa karşımda değil, diye her konuda en hayasız küfrü yazıyorlar. Yazıyorlar, hakaret dolu resimler üretiyorlar…

Kimsenin bir başkasının düşüncesine saygı göstermesi mümkün değilmiş gibi yaşanıyor sosyal medyada her şey.

Bundan 10 yıl önce bu ülkede kimse bugün olduğu kadar korkarak yaşamadı bu ülkede. Sağ-sol çatışmalarında bile toplum bu kadar korku dolu şiddet dolu değildi.

Bu korku basın, Internet ve sosyal medyayla insanların zihinlerine devamlı işlenmekte; birçok grup, sayfa ve Internet sayfası toplumumuza nifak tohumları ekmeye devam etmektedir.

İnsanlarımız Facebook’ta olduğu gibi gruplara ayrılmıyorlar mı?
Türkiye’yi bir Facebook sayfası gibi yapacak olursak Kürtler grubu …. kişi, Ermeniler …. kişi, Süryaniler …. kişi, Rumlar … kişi, Yahudiler …. kişi, Boşnaklar … kişi, Lazlar…. kişi, Çerkezler … kişi, vs… kişi ve tabii ki ülkenin çoğunluğuna teşkil eden Türkler … kişi diye grupları kurduğumuzu düşünün.

Sonra Türklerin içinden başka gruplar kuralım; türbanlılar, saçı-başı açıklar, radikal dinciler, ılıman dinciler, Aleviler, Atatürkçüler, kendini Atatürkçü sanan Atatürk ismini kullananlar,  cumaya gidenler – gitmeyenler, oruç tutanlar – tutmayanlar, 5 vakit namaz kılanlar – kılmayanlar, Allah’a inanlar, ateistler, milliyetçiler, yurtseverler, sağcılar – solcular, muhafazakârlar, Atatürk puttur diyenler, Atatürk’e küfür edenler, vs…

İstediniz gruba “beğen” butonuna basıp katılın, yorum yapıp paylaşın, içlerine girin, nifak tohumlarına siz de katılın ya da katılmayın…

Ortak aklın katılacağı tek bir şey var: o da yukarıdaki gruplaşmanın ülkemizde oluştuğu…

Ortak akla ve gençliğe sesleniyorum: O zaman kurtuluş reçeten, “Ey Türk Gençliği” ile başlamakta ve “Ne Mutlu Türküm” diyerek etnik ayrımı kaldıran düşüncelerdedir.

Fedai ÇAKIR