Sahaflara düşmüş kitap, yaprakları gibi ruhum ve bedenim.
Öyle bir yaşam ki kimin kirli, kimin temiz olduğu belli olmayan bir dünyada yaşıyor gidiyoruz.
Bazen erkek ve kadın arasında çatışmalara sahne oluyor kirlenmişlik ile kirlenmemişlik.
Ben kendimi daha çok kirlenmeden çok çok okunmuş ikinci el kitap gibi görüyorum. Belki bedenime çok el değdi.. Okundum çok okundum bu dünyada..
Kirlenmek mi çok okunmak çok el değmişlik olması nı bedenime.
Sahaflardan almıştım yıllar önce o kitabı. Benim kitaplığıma girene kadar sayfalarına çok el değmişti ama okudukça içinde kaybolduğum bir deryaydı.
Aldım onu sayfalarını teker teker çevirip okudum sıkıldıkça tekrar tekrar okudum, birde benim elerlimle kirlenmişti sayfaları o kitabın.
İşte ben de de böyle bir kitabım ve yol ayrımında gibiyim. Sahaflara düşüp tekrar tekrar farklı kütüphanelerde yerimi alınıp okunmak mı yoksa tek bir sahip ile bir kütüphanede eskiyip paha biçilmez mi olmalıyım.
Çok kirlenmiş olmalı sayfalarım ve yıpranmış olmalı ki… Bir yürek de dinlenmek ister sanki bedenim.
“Ben sahaflara düşmüş ikinci bir el kitabım, içinde kaybolunan…”
“…bazen sevmekten çok ne kadar da sevilmek isteriz…” bu düşünceyle irkildim.
İnsanın doğasında sevmekten çok sevilme isteği yok mudur?
Kadın – erkek bizi sevenin değil sevmeyenin peşinde gitmemiş mi? bu insanoğlu…
Aşk açısı çekenlerin çoğunun sevgisizlikle karşı karşıya kaldığı kişiye değil midir? Beraber olma çabası.
Çocukken başlar sevilme ihtiyacımız.
Annenin babanın sevmesi yetmez, ablam abim diğer kardeşimden daha çok sevsin der bazılarımız,bazılarımız ise okul arkadaşım, sınıf arkadaşım, sıra arkadaşım beni daha çok sevsin der.
Yaş ilerledikçe sevmesini istediklerimizin profili de değişmeye başlar. Önce karşı cinsin çok sevmesini bekleriz.
İş hayatına girip menfaatler başlar… Müdürlerinin, patronlarının sevmezini ister bazılarımız.
Bazılarımız da hala çocukluğunda görmediği anne yada baba sevgisini arar başka bedenlerde.. olgun erkek olgun kadın fantezilerinde.
Bazılarımız vardır evlendiği kişinin ailesinin sevmesini ister. İster ve onların sevgisini mahzar olmaya çalışır.
Bazılarımız ise ruhsal sorunlar yaşar Tanrının onu daha çok sevmesini ister. İster ve onun için mahzar olmaya çalışır.
Bilmez ki Tanrının sevmesinde de, insanların sevmesinde de… Önce kendisinin sevmeyi bilmesinin gerektiğini.
Sevmeyi öğrenmeyiz, sevmek için çaba sarf etmeyiz… Ama sevilmek için neler neler yaparız hayatımızda.
Evet bazen sevmekten çok sevilmeyi isteriz hayatta, lakin önce sevmeyi sevilmekten çok tutmalıyız hayatımızda…
“… tek gözle üç boyutlu film izlenmeyeceğini, oğlumla sinemaya gittiğimde örgendim.” Bu sözleri duyduğumda kanım bir kez daha donuyor, damarlarımda akmıyor, kaskatı kalıyor bilinç altım.
31 mayıs 2014 gezi parkı olaylarının birinci yıl dönümün de CNN Türk’te yayınlanan hayatın tanığı isimli programın da tek gözünü kaybeden bir babanın sözleriydi bunlar.
Bu sözleri ancak baba olan anlar demek istemiyorum, bu sözleri insan olan anlar demek istiyorum. İnsanlığımızdan utandığımız dönemlerden geçiyoruz.
Kendimi tek göz ile üç boyutlu bir film izlemek için yanımda küçük çocuğumla sinema salonunda düşünüyorum…
Üzerimize doğru kanatlarını açmış kocaman bir ejderha geliyor, çocuğum koltuğun arkalığına sıkı sıkı yapışıyor bir eli de benim elim de beni sıkı sıkı tutuyor, yine başka bir eğlenceli sahne bir şelaleden atlayan bir çocuğu hisseden çocuğum o çocukla serin gölün suyuna dalıyor.
Ben mi? Hiçbir şeyden habersiz koltuğumda oturuyorum, üç boyutlu bir filmin özelliği olan görüntünün içine giremiyorum. Çocuğumun hissettiklerini onunla paylaşamıyorum…. Belki birkaç yapmacık hoppp ahhh oley çıkıyor dudaklarımdan… onlar da hissettiğimden değil öyle olması gerektiğini düşünecek yaşta olmamdan olsa gerek.
Gezi olaylarının bilançosu ne olmuştu,
Olaylar sonucunda 8 sivil ve 2 güvenlik görevlisi; Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, polis komiseri Mustafa Sarı, polis memuru Ahmet Küçüktağ, Ahmet Atakan, Berkin Elvan, Burak Can Karamanoğlu, Mehmet İstif, Elif Çermik hayatını kaybetmiş, 8163 kişi yaralanmıştı. Bu yaralıların içinde 8 kişi plastik mermi ya da gaz kapsülü gözlerinden olmuştu.
Bu dünyadan pisi pisine göçüp gidenlerin acıları elbette hiç unutulmayacak, ya o gözlerini kaybedenler ya onlar…
Hiçbir zaman üç boyutlu bir film izleyemeyecekler, izleseler de anlamayacaklar, Sevgilinsin yada eşinin gözlerine doya doya hani derler ya göz göze bakmaya cesaret edemeyecekler, Dünyayı hiçbir zaman eskisi gibi göremeyecekler.
Tam’da bu duyguları yaşayıp bu satırları yazmaya düşünürken iş kazasında asit kazanının devrilmesi ile gözlerinin yetisini yitiren bir adamı tiyatro sahnesinde oynamam için çağrıldım. Oyunun metnini okuduğum da çok etkilendim oynamak da isterim. Oynayabilir miyim oynayamaz mıyım şu an belli değil ama tek gözle üç boyulu film izlenemeyeceğini örgendim.
Bazı kafalara iki üç kelimem var. Gezi gerçek manada hak arama, otoriter baskıya karşı koyma direnişiydi. Sonra dan illegal örgütlerin olaylara karışması bu gerçeği değiştirmez. Ben ve Oğlum da ordaydık.
Bu şiiri oğluma 7 Haziran 2013’de gezi parkında yaptığımız doğum gününden sonra yazmıştım.
Orada aileler, pırıl pırıl bu ülkeyi seven insanlar vardı.
“Aşk acısını unutma formülü” Başlıklı yazımdan sonra sık sık bana yakınlarını kaybetmenin acısını nasıl yok edeceğiz diye sordular.
Bazıları annesini, babasını kaybetmiş idi, bazıları ise arkadaşlarını, bazıları ise akrabalarını, bazıları ise evlatlarını, bazıları ise…. Uzayıp gidiyordu liste.
İnsanların yakınlarında gerçekleşen her ölüm o insanın üzerinde bir travma yarattığı gerçektir. Ölümüne şahit olunan kişinin size yakınlığı ve sizinle yaşanmışlığı ne kadar çok ise travmanın şiddeti de o kadar çok oluyor.
İlk taze ölmüş birisi ile daha orta okul son sınıftayken kanser hastası komşumuzun karısının çığlığına annem ile onların evine girmemizle karşılaşmıştım. Bizden sonra mahallenin diğer kadınları da eve doluşmuş idi.
Çocuk da olsam çevredeki tek erkek bendim. Ölen insanın hemen çenesinin bağlanması ve üzerine bıçak konulması gerektiği söylendi ve çocuk yaşımda dini nedenlerden dolayı bu görevi benim yapmam istendi.
Odadan tüm kadınlar çıkmıştı. Az önce nefes alıp veren bu kişi daha da önemlisi bir gün önce sohbet ettiğim bu kişi artık yaşamıyordu ve ben onunla baş başaydım.
Soğuk kanlılıkla önce çenesine akan kanı bir bezle temizledim ve çenesini başından aşağıya bir kadın eşarbı ile bağladım, sonra da göğsünün üstüne bir ekmek bıçağı koydum.
Bildiğim bütün duaları af için okudum. Aslında ölen komşumdan çok kendimin affı için di bu dualarım. Kendimce çocuk aklımca af dilemem gereken günahlarım vardı.
Birazdan kadınlar odaya doluştu ve ağıtlarını bağırarak tüm mahalleye duyurdular, ben ise önümüzdeki birkaç ayı rüyalarımda hep ölen komşum ile geçirdim.
Gel zaman git zaman bu olayı unuttum neticede ölen kişi benim çok da yakınım değildi.
Büyüdük baba olduk. Benim de yakınlarımdan hayata vedalar başlamıştı.
Mayıs ayını hiç sevmem. 20 Mayıs 2003’de Annemi, 31 Mayıs 2004’de de babamı toprağa vermiştim.
Annem yıllarca şeker hastalığı ve onun yol açtığı başka hastalıklarla mücadele etti. Benim evimde vefat ettiği günün bir gün öncesi Fedai artık bırak öleyim. Azrail’in elinden alma beni demişti. Bu Azrail konusu uzun bir konu. Defalarca ölümden döndüğünü bu dönüşlerde hep onunla olduğumu anlayabilirsiniz.
Babam yakışıklı, uzun boylu 73 yaşında olmasına rağmen hala delikanlı bir adamdı. Nazardan öldü diyorum ben. Köyde ki evin merdivenlerinden düşüyor ve bacağını kırıyor. Küçük şehir ve Tıp biliminin yeterince uygulanmadığı bu şehirde yanlış ameliyatlar oluyor sonrasında yakın dostum Prof. Dr. Yener TemelliÇapa’da ameliyat ediyor lakin riski büyük ve ameliyattan çıkamıyor.
Anneme düşkün olan ben o öldüğünde hiç ağlayamadım. Ben ki film izlerken ağlayan bir adamım. Sanırım onunla anlaşmıştık artık Azrail’e beraber teslim olmuştuk.
Ya babam; babamla öyle bir anlaşmamız yok tu. Hastane koridorlarında bildiğin bağırarak ağlayan adamdım ben.
Geçen gün benim bir avukatlık işim için ağabeyimin liseden arkadaşı bir avukata gittik. Çağlayan adliyesinin karşısında Adalet çay bahçesinde bu avukat arkadaş ağabeyime ölen arkadaşlarının adlarını sayıyor ve onları yad ediyordu. Gözler de ise ölüm korkusu ile.
Yaşlar ilerledikçe yakınlarımız arkadaşlarımızın ölümlerine şahit oldukça sonun bize doğru yaklaştığını mı hissetmekten midir bilinmez bir garip korku ile yaşıyoruz hayatı.
Ölümler hayatın sıradan olayları olduğunu kabul etmek gerekiyor. Ve ölüm korkusuyla hayatımızı yaşanılmaz yapmak yerine daha iyi yaşamak yollarını aramalıyız.
Yaşarken sevgimizi gösterelim, lakin öldü diye de sevmekten vazgeçmek zorunda değiliz. Ben Annemi ve Babamı hala çok seviyorum ve özlüyorum.
Ne kadar da güzel demiş şair “Sevdiklerimizi aldığı için mi güzel olur, toprağın yağmurdan sonra ki kokusu…”
Yazar, Yönetmen, Televizyoncu, Gazeteci, Tiyatrocu, Yayıncı, Oyuncu, seo, Sosyal medya uzmanı, v.s. İşte….. "İNSAN" ol yeter aslında…. KEDİ BABASI… Sokak Köpekleri BAL İLE BETTY’nin dedesi