Etiket arşivi: fedai çakır

SON ÇARE DEĞİL İLK ÇARE: Kızı Kaçır

e1fa67_8541819bc0ec4b37ba95ffcc1b454af8

Babamlar 8 kardeşlerdi..

4 erkek 4 kız.

Bu hikayem erkekleri anlatıyor.

Abey amcam en büyükleri. Adı Mehmet ama ona hepimiz abey amca deriz, hatta bazen adı neydi diye birbirimize sorar güleriz de.

Abey amcam Şaziye yengemi kaçırarak evlenmiş,

Sonra Babam annemi kaçırmış,

Mustafa amcam bütün aileyi karşınsa almış daha önce evlenmiş ayrılmış dul Zeynep yengemi kaçırmış,

Kadir amcam ise Fadime yengemi kaçırmış.

Hepside mutlu çocuklu aileler olmuş.

Mustafa amcam dışında hepsi vefat etti.

Ama evlilik de bıraktıkları formül hep biz sülalenin erkeklerinde kaldı.

Koca sülalede hiç boşanan erkek yok, gelinler çok şanslı yani.

Bir ben çıkmışım farklı, benle her şeyin ilkini yaşadı sülalem.

Konu dağılmasın Dallas dizisini izlediğim bir gece ablam kocaya kaçtı. Oda mutlu ve çocuklu..

Kaçmada mı keramet ne dersiniz?

Kaçmada mı keramet bilinmez ama son yıllar da boşanmaların artışında ki fazlalık herkesin gözünden kaçmıyordur.

İki genç insanın bir araya gelip yuva kurması eskisi kadar kolay değil. Eğer ailenin yapısı çok da fazla destek olmaya müsait değil ise bu evlilik olayı kabusa dönebiliyor.

Şöyle bir bakalım etrafınızda ki yeni evlenen çiftlere, yada kendi evliliğinizi gözünüzün önüne getirin.

Kız tarafı her zaman naz tarafı diyerek nedense kızın anne babası olmasa da teyzesi halası v.s den oluşan bir anlaşmış ekip hep beraber erkek tarafına saldırır. Sözlü ve maddi kayıplar oluşturmaya çalışır.

Erkek tarafı gelen saldırlar karşısında boş durmaz halalar, amcalar teyzeler, altta kalmamaya çalışır lakin çıkacak paraya hiç karışmazlar ve harcama da ise ilk sırada yer alırlar.

Düğün yapılacaksa salon yemekli falan diye damadı düşünmeden başlarlar sanki kendi evlenecek gibi yer mekan seçmeye, erkek tarafının beğendiği yeri kız tarafı, kız tarafının beğendiği yeri ise erkek tarafı nedense hiçbir zaman beğenemez.

Ev eşyası düzülecektir. Damat ve gelin oturmayacak sanki anneler babalar, kardeşler, evde varsa başka gelinler yada damatlar kendileri oturacak gibi koltuk beğenmecelere başlarlar.

Beyaz eşya aman bir kere alınıyor diyerek 2-3 bin TL’ye ev kurulacakken 10-15 bin TL’ye özelliğini bile bilmedikleri Televizyonlar, buzdolapları, çamaşır makinelerine bakılır ve alınması için baskılar yapılır.

Bu olaylar olurken birbirine aşık olan iki genç neredeyse ayrılma noktasına gelirler ve tekrar barışırlar.

Yine ortamı yıkan, geren ailelerdir ve bir araya da gelmesi için de sözde yardımda onlardan gelir.

Toparlayıp saymadığımız harcamalarda çabası. Boşa giden harcamalar.

Boşa alınan pijamalar, terlikler, mendiller gibi bir yığın masrafla oluşan çeyiz bohçaları.

Düğün salonunun en çafçaflısı mümkünse yemekli olması,

Fotoğraf ve arabanın süslenmesi, bahşişler v.s

Hava atılacak diye iki aile arasında yaşanan bir çok komik maddi çekişmelerle alınan gelinlikler ve damatlıklar.

Son söz: Pişman olmayacağınız tek harcamanız eşiniz olacak kıza aldığınız gelinliktir.

Gelinliğin en güzelini alın ve en ufak harcama ile evinizi kurun. Tatile gitmeye paranız kalsın. İlk üç yıl çocuk yapmayın ve yaşayın doya doya. Sonramı.

Mümkünse yukarıda ki olayları yaşamamak için kızı kaçırın … Basın nikahı..  Bakın daha uzun ömürlü bir evliliğiniz olacak.

 

Not: umuyorum.

 

Fedai çakır

21 Temmuz 2014, İstanbul

OSMANLI’DAN IMF’YE BORÇ BATAĞI

e1fa67_150e3389e5e7463facf4ccc017886e7a

Bazı kesiminler Uzun Adam diye tabir ettiği ve ülkemizi son 12 yıldır yöneten Başbakanımızın, meydanlarda IMF’e olan borçlarımızı ödediğini söylediğinden beri nedir bu IMF ve neden borçluyduk bugüne kadar merak edenlerin okuması için bu makaleyi kaleme alayım dedim.

Viyana kapılarına dayanan Osmanlı İmparatorluğunun mali durumu hiç de parlak değildi. Hele de Karlofça Antlaşması  anlaşması ile topraklarını kaybetmeyen koca imparatorluk bir takım vergisel tedbirler almış vergileri artırmıştır. Özellikle toprağı işleyip gelir elde eden çiftçiler bu vergi yükü altında ezilmiş ve çiftçiliği bırakıp büyük kentlere göç etmeye başlamıştır.

Halktan toplanan altın ve gümüşler olmuş yetmemiş ilk evrak ile yine esnaf ve halktan paralar toplanmış bunlarda yeterli olmamıştır. Osmanlının olmayan ekonomisi, kaybedilen topraklar ve tarımdaki insan kayıpları derken sonun başlangıcı da görülmüştür.

Osmanlı İmparatorluğu’nun bilinen ilk dış borç’u 1854 yılında Kırım Savaşı başlangıcı’nda İngiltere’den 200.000 Sterlindir. İşte o gün bu gün derken borçlar alınıp verilmiş ama daha çok alınmış verilememiştir.

Kurtuluş savaşını kazanan bu millet Osmanlının borcundan kurtulamamıştır. Galip devletler Osmanlının borçlarını Osmanlı topraklarında olan devletlere böldüklerini iddia ederek Türkiye Cumhuriyetine borcun %67’sini dayatmışlardır. Bu borç öyle böyle bir borç değildir. Tüm ülkenin gayri safi gelirinin %65’ine denk gelmektedir. Bugünkü duruma göre ülkemizin bu borcu yaklaşık 500 milyar dolardır. Hemen burada o günkü bilinen rakamı da verelim. 107,5 milyon altın Osmanlı Lirasıdır.

Borcun artmadan önceki durumunu da yazalım ki karşılaştırma yapabilesiniz. 1914 yılında savaş patlak verdiğinde Osmanlı Devleti’nin dış borcu kısa vadeli borçlar hariç 156,4 milyon Osmanlı Lirası’dır. (142 milyon sterlin).

Lozan anlaşmasıyla yeni kurulan bir ülkenin yokluklar içinde birde çok büyük borç yükünü kabul etmesiyle yeni bir süreç başlar.

Bu borçları Atatürk ve arkadaşlarının kurduğu Türkiye Cumhuriyeti 1954 yılına kadar öder ve bitirir. Üstelik de dünyada yaşanan ekonomik krize rağmen. Bu arada birçok yabancıların elinde olan başta demir yolları, limanlar, fabrikalar satın alınarak millileştirilir. Bankalar kurulur, Uçak fabrikası başta olmak üzere bir çok fabrikalar kurulur, halk’a toprak dağıtılarak yeniden çiftçilik yapılması sağlanır.

Çok kısa bir zamanda yapılanlar yazmaya kalkarsak ayrı bir makale olur. Tarih bir yere gitmiyor araştırın ve mucizeye şahit olun.

Türkiye cumhuriyeti Osmanlı devletinden kalan borçların etkisiyle dış borçlanma konusunda da temkinli davranır. Bununla birlikte Türkiye cumhuriyeti dış borçlanmaya iç borçlanmadan daha önce başvurmuştur. Nitekim ilk dış borçlanmaya 1930 yılında başvurulmuştur.

1930’da ‘İktisadi Cihazlanma’ amacıyla ABD’den 10 milyon dolarlık borç alınmıştır. İkinci Dünya Savaşı döneminde de bazı yeni dış borçlanmalara gidilmiştir. 1947’de IMF üye olan ülkemiz 1958 yılında ilk borçlanmasını yapmıştır.

Osmanlı’nın büyük batağını ödeyebilen genç Cumhuriyetin elbette geleceğinin de başa geçenlerin günahı da sevabı da çok vardır.

Atatürk’ün hastalanması, ölümüyle başlayan süreç ve sonrasında yapılan hatalar silsilesi bir şekilde ülkeyi yeniden dış borçlara bulaştırmıştır.

Elbette bu borçlanmaların savaş zamanlarına denk gelmesi, ekonomik krizler ve Osmanlının borç batağının neden olduğunu bilmeliyiz.

Neden ne olursa olsun geldiğimiz bugüne bir bakalım.

  • IMF’e borç yok ama dış borç çok
  • Bankaların neredeyse hepsi yabancı sermayeli veya yabancı ortaklı
  • Ülkedeki ağır sanayi yabancıların elinde
  • İletişimin %90’ı yabancıların.

Bu örnekler sayılır gider. Kapitülasyonlar yeniden gelmiş ve ülke hiç de öyle IMF’e borç kalmadı diyerek refah gösterilecek kadar iyi değil.

 

Fedai Çakır

11 Temmuz 2014, İstanbul

 

 

TÜRKİYE’DE DE İSLAMOFOBİ

e1fa67_0da05d16a28f4b1384248ecd39f9dbd2.jpg
İslamfobi

İslamofobi, kelime anlamı olarak “İslam korkusu” demektir. Müslümanlara ve İslam dinine karşı sürdürülegelen önyargı ve ayrımcılıktan kaynaklanmaktadır. Müslümanlara karşı duyulan irrasyonel nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve kin besleme anlamına gelir.(1)

11 Eylül saldırıları sonrası artan şiddet ve terör olayları zaten derin kökleri olan önyargı ve korkularda bir patlamaya neden olmuş ve bu çerçevede ortaya çıkan güvenlik kaygıları neticesin de İslamofobi tanımının kullanım alanı son derece genişlemiştir.

Korku ve kaygıların temelinde tüm dinlerde radikal olan özgürlüklerin kısıtlanması ve din adına yapılan şiddet yatmaktadır.

Tarihte din adına yapılan birçok savaşlar vardır. Haçlıların İslam ordularına karşı, İslam ordularının Hıristiyan ordularına karşı yapılan devletlerin toplu saldırıları yıllarca süre gelmiştir.

Fakat toplumun kendi içinde yaşadığı korku. Savaş korkusundan daha etkilidir.

İşte İslamofobi de böyle bir algıyla insanlara korku veriyor. İslam dininin Ortadoğu başta olmak üzere, bir çok Müslüman ülkede yanlış, radikal uygulamasıyla ortaya çıkıyor.

Bir çok İslam adına kurulmuş terör örgütü var iken gün geçmiyor ki yeni bir örgüt adı duymayalım.

Hal böyle iken birde bu örgütlerin yaptığı iddia edilen bir çok vahşi uygulamalar Internet üzerinden yaygınlaşıyor.

Bu devletlerin arasında olan bir savaştan çok toplumların arasına girip yayılan bir virüs gibidir. İnsanların korkusunu ve kaygılarını artırıyor.

Kısaca insanlarda toplumsal huzurlarını bozacak, vahşi düşüncelerin ve uygulamaların kendilerinden uzak durması isteği ABD ve Avrupa’da yaygınlaşıyor. İslam dinine bağlı insanları kendi aralarında istememeye başlıyorlar.

Kendi toplumlarına yabancı olan bu insanlara karşı olma nedeninin temelinde, bu korku ve kaygılar yatıyor.

İslamofobi’nın Hıristiyan aleminde yaptığı etkiyi dışardan baktığımızda biraz anlayabiliriz.

Lakin Türkiye gibi İslam olan bir ülkede yaşayan nüfusun neredeyse yüzde elli kadarı bu korkuyu yaşıyor olabilir mi?

Son yıllarda Türkiye’de yaşanan çatışmaların temelinde din ve yaşamsal özgürlüklerin yer aldığını biliyoruz.

Yıllar sonra din odaklı bir iktidar tarafından yönetilen Türkiye Cumhuriyetinin Müslüman olan halkının radikalleşen yada gittikçe radikalleştirilmeye çalışılan bir grup ile çatışmasının olduğunu kimse inkar etmemeli.

Radikal düşüncelere kayan ve baskıcı bir zihniyetin ülkeye geleceğinden korkan nüfusun yarısı olan kesim; son zamanlarda yanı başımızda ki Irak ve Suriye’de çıkan örgütlerle birlik de korku ve kaygıları gittikçe artmaktadır.

Bu günkü iktidara karşı duruşlarda, en önemli nedenlerden birinin bu olduğunu düşünüyorum. İster katılın isterseniz katılmayın Türkiye’de Müslüman olan bir halkın yine başka bir Müslüman olan halka karşı İslamofobi’si olduğunu aşikardır.

Tüm Dünya’da tek örnek olan Türkiye’yi ulusal güçlere ve radikal düşüncelere yem etmeyelim. Barış ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde bir birimizden korkmaya başlamayalım.

Unutmayın; en büyük ve yıkıcı savaş; devletlerin birbiri ile değil, toplumun içinde yaşayan radikal (uçta olan) düşüncelerin çatışmasıyla yaşanır.

 

Fedai Çakır

7 temmuz 2014, İstanbul

Kaynak:

1- http://tr.wikipedia.org

 

AKRABA BAĞLARI (VİYANA KUŞATMASI)

e1fa67_3ceb95aa2ef64bf5907ed8285a6d8a3d

I.Viyana kuşatması ve II. Viyana kuşatması adıyla anılan bu savaşlarda başarısız olmanın temelinde korkunun verdiği birleşme vardır. Nasıl mı?

Son yıllarda Türkiye başta olmak üzere Ortadoğu, Asya devletlerinde de heyecanla izlenen Muhteşem Yüzyıl dizisiyle akıllara yer eden Muhteşem Süleyman yani Kanuni Sultan Süleyman İlk kez Viyana kapınsa dayandığında hesaplayamadığı birkaç konu olmuştu.

Bunlardan biri Macar beylerinin nasıl hareket edeceğini kestiremeyişiydi. Macar beyleri Osmanlının desteklediği değil Ferdinand’ı kral seçmişlerdi. Ferdinand kimdi ve tarihin akışına bir bakalım.

1526’da Macar kralı Lajos II’nin, Mohaç‘ta ölmesinden sonra bazı Macar beyleri, Osmanlıların da desteklediği Erdel voyvodası Janos Zapolya‘yı kral seçtiler ve Osmanlı ordusu bu yeni kralın tahta geçmesinden sonra Macaristan’dan çekildi. Fakat, Janos’a rakip olan Macar beyleri, Alman imparatoru Karl V’in (Şarlken) kardeşi Ferdinand’ı kral seçtiler. Aynı zamanda Bohemya kralı ve Avusturya dükü bulunan Ferdinand, ölen kral Lajos ile akraba olduğundan, Macar krallık tacı üstünde miras yoluyla hak iddia ediyordu. Şarlken de, Ferdinand’ı gerçek Macar kralı olarak tanıdı ve Janos’u âsî ve din düşmanı ilan etti. Osmanlı ordusunun Macaristan‘dan geri dönmesinden sonra Ferdinand, Budin üstüne yürüyerek kaleyi ele geçirdi, yenilgiye uğrayan Janos kaçarak, kayınbabası olan Leh kralına sığındı.

Osmanlının daha aşiret / beylik olduğu zamanlar da güçlü devletlerden gelin alıp kendi yapısını sağlamlaştırması yıllarca devam etmiş ve bu sayede çok güçlü bir imparatorluğun kapılarını da aralamıştı. Yani akraba bağı önemliydi. Ferdinand da Avrupa’da güçlü akraba bağı olan bir kraldı.

Tarih kitapların da her ne kadar Topların getirilemeyişi ve kış şartlarından dolayı Osmanlı Ordusunun bir nevi Muhteşem Süleyman’ın geri çekildiği yazmış olsa bile asıl neden Viyana’ya yüz elli kilometre uzaktaki Linz’de bir Alman ordusunun toplanmış olmasıdır.

1.Viyana kuşatması ise Osmanlının tamamen maceraya atılan paşalar ve Padişah IV. Mehmet Han’ı politik manevralarla savaşa ikna etmeleriyle başlamıştı. Bu savaşın nedenleri haklılığı ne olursa olsun Viyana kuşatması Tüm Avrupa’nın Osmanlı korkusuyla birlik olmansa neden olmuş ve Viyana akın akın asker yardımı gelmeye başlamıştı. Avrupa Hıristiyan alemi olarak akraba olan devletler olarak ilk kez Osmanlıyı yenilgiye uğratmıştı.

İşte o günden sonra Osmanlı Devleti bir kez daha kendine gelemedi ve parçalandı. Gerileme devri denen devir bu savaştan sonra başlamış oldu.

Bu gün 50 yıl önce göçmen olarak Viyana’ya yerleşen Türkler mutlu mesut hakları olan insanlar olarak yaşıyorlar. Havalar ısınıp yaz ayları geldiğinde tek dertleri akrabaları oluyor. Akraba bağları onları Türkiye’ye çağırıyor.

Adil Elmas ve ekibi müthiş bir “İZİN YOLU” programı çekmişler. İzin Yolu güzel bir isim lakin başka bir isim ne olur denseydi ben Akraba Bağları adını önerirdim.

Bu yazıyı bu haber programını izledikten sonra yazmaya karar verdim teşekkür ederim Adil Elmas.

Sevgiyle kalın.

 

Fedai Çakır

28 Haziran 2014, İstanbul

Osmanlı geri gelmedikçe Kafirler dize gelmeyecektir

e1fa67_f2189a39026549aca19fad1bb939a62b

Malum çağ sosyal medya çağı ve paylaşılan sözler fotoğraflar aldı başını gidiyor. Geçen bir fotoğraf gördüm üzerinde solda Türk bayrağı sağ da ise üç hilal bayrak. Osmanlı savaşlarını temsil eden birde gravür. Fotoğrafın üzerinde de şu mısralar yazıyor.

“Dünya’yı titreten tek Müslüman Devlet Omsalıdır. Osmanlı geri gelmedikçe Kafirler dize gelmeyecektir.”

Hemen kişisel fikrimi söyleyeyim. Türkiye Cumhuriyetinin sevseniz de sevmeseniz de geçmişi Osmanlı devletidir. Lakin günümüz de ki Osmanlı sevdası ile Cumhuriyeti kötülemek tü kaka demekte neyin nesi.

Kafir ne demektir:Kâfir, (Arapça: كافر – kāfir, çoğulu: كفّار – kuffār, kadın için kâfire kullanılır, çoğulu: kevâfir) İslam dini terminolojisinde küfür işleyerek dinden çıktığı düşünülen veya hiç Müslüman olmamış kişiye denir. [1]

Peki Osmanlı gerçekten de “Kafir”lerle mi savaşmıştır. Yoksa bu tip kelimeleri kullananlar ve Osmancılık akımına katılanlar tarih bilgisinden yoksun insanlar mıdır. Cahil kelimesini kullanmıyorum neden ise bu kesim Cahil kelimesini matah iyi bir şeymiş gibi algılar oldu.

Hemen önce Müslüman yada Müslüman Nüfusu yüksek olan Türk beyliklerinde Osmanlının savaşlarına bakalım.

Karamanoğulları: Anadolu’nun en güçlü devletidir. Yıldırım Bayezıt döneminde Osmanlılara katılan beylik, Ankara Savaşı’ndan sonra tekrar bağımsız olmuş, Fatih Sultan Mehmet döneminde etkisizleştirilerek, II. Bayezıt döneminde 1487 tarihinde yıkılmıştı. Her iki tarftan binlerce Müslüman ölmüştür. Elbette Yenilen Tarafta bir daha güçlenmesin diye binlerce Türk Müslüman asker kılıçtan geçirilmiştir.

Germiyanoğulları : Anadolu’nun yine güçlü beyliklerinden di ve Ege ve Marmara kıyılarına kadar ilerlemişlerdi. Germiyanoğlu Süleyman Şah Karaman oğullarına karşı topraklarını koruyabilmek amacıyla kızını I. Murat’ın oğlu Bayezıt’a vermiş, çeyiz olarak da Kütahya, Simav, Emet ve Tavşanlı’yı bırakmıştı. Germiyanoğlu Beyliğinin varlığına 1390 tarihinde Yıldırım Bayezıt son vermişti. Damadı Tarafından yerle bir edilen bu Beylikte de sonuç aynıydı. Her iki Tarafta binlerce Müslüman asker ve yenilen tarafta kılıçtan geçirilenler.

Aydınoğulları, Saruhanoğulları, Karesioğulları, Hamidoğulları Beyliği, Eşrefoğulları , Menteşoğulları, Candaroğulları (İsfendiyaroğulları) beyliği, Eretna Devlet, Kadı Burhaneddin ve en son olarak da Dulkadiroğulları beyliği Osmanlıya savaş katıldı..

1337 yılında Zeyneddin Karaca Bey tarafından Elbistan’da kurulan Dulkadiroğluları Devleti, Yavuz Sultan Selim tarafından 1515 Turnadağ Savaşı ile Osmanlı’ya katılmıştır. Bu beylik Osmanlı’ya katılan son beylik olup, bu beyliğin alınmasıyla Anadolu’da Türk birliği sağlanmış oldu denir.

Dulkadiroğlu beyliği’nde Yavuz Sultan Selim çok fazla askeri ve beyliğin ileri gelen ailelerini kılıçtan geçirdiği bilinmektedir.

Osmanlının diğer Müslüman devletleri ile olan savaşlarına da bakmak için çok fazla tarih bilgisine de gerek yok. Bir tane Osmanlı haritasını incelememiz yeterli olacaktır. Bu yerlerin fethin dede Türk olmasalar da bir çok Müslüman kanı dökülmüş her iki taraftan da bu kan oluk oluk akmıştır.

Elbette bazı yerler Bu düşüncede olanların tabi ile Kafirlerin elinde alınmıştır. Tarihi belgeler Osmanlı’nın Kafir denilen kesimden çok başta Türk Müslümanları olmak üzere bir çok Müslüman’ın kanı dökülerek imparatorluk haline gelebilmiştir.

Öyle yada böyle o günkü şartlarda belki de bu şekilde olmalıydı. Cengiz Han’da koca Moğol İmparatorluğunu kurarken önce Moğolların kanını dökmemiş miydi.

Peki bu gün üzerinde yaşadığımız Cumhuriyet’in kurulmasında kapitalist devletler ile yapılan savaş ile kurulmadı mı? Neden Cumhuriyeti kötülemek.

İlla Kafir diye insanları ayıracaksan asıl büyük savaş Kurtuluş savaşında Kafirlerle yapılmıştır. Dünya işte bu savaşta dize gelmiştir.

 

Son Söz:

NE KÖTÜ BİR KELİMEDİR ‘SAVAŞ’…

İÇİNDE KAN VAR , SİLAH VAR, ÖFKE VAR, KİN VAR, PARA VAR…

VE BİR DE ‘ÇOCUKLAR’ VAR .

 

Fedai Çakır

22 Haziran 2014, İstanbul

Kaynak: (1) wikipedia.org