Etiket arşivi: Atatürk

YAŞ ALMAK

Vincent-van-Gogh-Doctor-Gachet-631.jpg__800x600_q85_crop

Ülkemizde her yıl 18–24 Mart tarihleri arası “YAŞLILAR HAFTASI” olarak kutlanmaktadır.  Kişisel olarak elimden geleni yıllarca yapmaya çalıştım. Alzheimer Vakfı (İstanbul), Geriatri Vakfı (Ankara) gibi kurumlarda gönüllü olarak çalışmalar yaptım. Farkındalık yaratmak adına  birde kısa film çekmiştim “Yaşlılığın eee Hali” diye.

Arada yazdığım birkaç şiir olur.

Yaşlanmak insanoğlunun hep korkulu rüyası olmuştur. Ancak Alzheimer Vakfı’nda çalışmaya başlayıp da yeni hayatlar tanıdıktan sonra, belki insanların bu hastalığa belki dikkatini çekebilirim, diye bir şiir yazmıştım.

Bu özel hafta bu şiirimi sizlerle paylaşmak isterim.

YAŞLANMAK İSTEMİYORUM ANNEM

Korkuyorum,

Fersiz bacaklar,

Oksijene hasret ciğerler

Tatsız tuzsuz  yemekler

Yaşlanmak İstemiyorum Annem

 

Korkuyorum,

Titrek eller,

Anlamsız kelimeler,

Unutulan dünler,

Yaşlanmak İstemiyorum Annem

 

Korkuyorum Annem,

Sabah yabancı bir kadınla uyanmaktan

 

Korkuyorum Annem,

Evin içindeki bir yabancıdan

 

Korkuyorum Annem

Sevdiklerimi unutmaktan

 

Yaşlanmak İstemiyorum Annem

(Alzheimer hastalarına ithaf olunur)

Son söz:

Büyük Atatürk ne demiştir “Bir milletin yaşlı vatandaşlarına ve emeklilerine karşı tutumu; o milletin yaşama kudretinin en önemli kıstasıdır. Geçmişte çok güçlüyken, tüm gücüyle çalışmış olanlara karşı minnet hissi duymayan bir milletin, geleceğe güvenle bakmağa hakkı yoktur.”

 

Fedai Çakır

27.03.2016, İstanbul

OKUR YAZAR, EĞİTİMSİZ

e1fa67_146529ff55d6455fb2e2d66b690ebd31

Bu gün 24 Kasım ve Öğretmenler günü mesajları ile dolu dolu bir gün. Binlerce atanmayan öğretmen ve keşke atanmasaydı dediğim öğretmenler de var.

Çocuk kitapları yazarı olduğum için zaman zaman okullara davet ediliyorum. Hep örgencileri hem de öğretmenleri gözlemleme imkanım oluyor.

Maalesef son yıllarda eğitim sistemi baştan aşağı değiştirildi. Son Paralel yapı da bahane edilerek direnen Cumhuriyet müdürleri ve öğretmenleri de tavsiye edildi.

Artık hiçbir okulun yönetimin de Atatürk İlkelerine sadık, Cumhuriyeti savunan ve Baş öğretmen Atatürk’ü seven idareci bulmanız hemen hemen imkansız gibi bir şey.

Elbette Öğretmen olarak Direnen hala gerçek mana da öğretmen diyebileceğimiz Öğretmenlerimiz var elbette son umudumuz olarak bunlar direnmelerine devam ediyor.

Tenzili Rütbeye uğramış da olsa direnen bu öğretmenlerden bir kaçını tanıyor ve hayranlıkla sabırlarının dirençlerinin ne zaman bitecek diye gözlemliyorum. Neden bitecek diyorum, bu öğretmenlerimiz fişlenmiş ve ağır baskı altındalar.

İlk okul seviyesine Türban olayı ineli baya olmuştu lakin sıralara kadar girmesi bu sene ile mümkün oldu. Türban ve temsil ettiği anlayış öğretmenler arasın da zaten yaygınlaşmış ve prim yapmaya başlamıştı. Kadrolara bu ve buna benzeyen anlayışa sahip öğretmenlere verilmektedir. Farkında olmasınız da eğitim alanında sivil darbe yapılmış koza halinden son nokta olan kelebek haline gelmiştir. Kısaca “Atı alan Üsküdar’ı geçmiştir.”

Okullar ve öğretmenler kuşatma altındadır. Okullara her yazar ve yazarın kitapları girememektedir. Okullara söyleşi için giden yazarlar artık Cumhuriyet ve Atatürk diyememektedir. Der ise de bir daha davet edilmemektedir.

Geldiğimiz nokta: Tek tip eğitim almış öğretmen profili, eğitimli değil okur yazar örgenci profili.

Latin alfabe ile yetiştirilmiş kindar nesil’in Arap alfabesini öğrenmeyerek sadece Atatürk’e Latin alfabeye geçti diye küfürleri Latin alfabesiyle yazmasını üzülerek kahrolarak izlemekteyim.

Son bir not yada tavsiye niteliğinde iki kelime söyleyeyim. Lütfen çocuklarınızı eviniz de siz eğitin okur yazarlık dışında eğitimli birer fert olması için.

 

Fedai Çakır

24 Kasım 2014, İstanbul

HAKARET ETMEDEN BİR KERE DAHA DÜŞÜN EY CAHİL

e1fa67_874f7358625646e6b0d038eb98412de1

Siyasi konulara ve manevi değerlere dokunan yazılar yazmaya çalışınca düğüm olup kalıyorum. Nedendir çözemedim ama kelimelerim eksik mısralar tamamlanmıyor. Biraz yazmış olsam bile makale son bulmuyor. Yazıp ta tamamlayamadığım bir çok konu ve yazım var kenara atılmış.

Ölümünden 91 yıl sonra Mustafa Kemal Atatürk, hiç olmadığı kadar hakarete ve küfüre maruz kalışını yazayım dedim olmadı yazamadım. Yazarken yazmak istediklerimi düşündükçe öfkelendim öfkemi kontrol edemediğim için yazamadım.

Ne yaptın da bu kindar nesil sana ve silah arkadaşlarına bu kadar küfür ediyor deyip sinirimi alamadım yazmadım.

Vatan haini olduğu tescilli olan, kurtuluş savaşı vermiş millete silah çeken, mermi sıkan herkesi kahraman yapan bu kindar nesil seni ve arkadaşlarını da vatan haini ilan etti deyip öfkemden yazamadım.

Senin bu vatanı emanet ettiğin gençliğe ne oldu neden senin yaptıklarını okumaz da sadece sosyal medyada ki yalan yanlış bilgilere itibar eder diye sinirlendim yine yazamadım.

Atatürk’e ve silah arkadaşlarına küfür etmek, hakaret etmek her yerde pirim yapar iş, aş kapısı olmuş dedim yine yazamadım.

Anlayacağın Atam sen vatan haini olmuşsun.

Klişe laflar edip de kendimi kandırmayacağım, atam ölmez ışığı her yerde aydınlanır falan demiyeceğim. Atam sen ölmüşsün de ağlayan yok, cenazeni kaldıranın da yok.

Atam sen ne ettin de vatan haini oldun.

Olsun be Atam onların kahramanı olmaktan ise senin gibi vatan haini olurum.

Son olarak Bilmeyenler için ATATÜRK KİMDİR?

Prof. Dr. İlknur Güntürkün KALIPÇI nın yazısından bir bölümü sizlerle paylaşmak isterim.

ATATÜRK KİMDİR?
Yıl 1976 UNESCO, üyelerine bir öneriyle gelir. Öneri paketindeki bir cümleyi sizlere okumak istiyorum.

Diyor ki “Bu gün UNESCO’nun üzerinde çalıştığı bütün projelerin isim babası Mustafa Kemal’dir.”
öneri nedir?
Öneri ise onun doğumunun yüzüncü yılında, 152 üyesi vardı, UNESCO’nun 152 ülkenin devletleri ayni anda kutlasın önerisidir.
Birden İsveç delegesi ayağa kalkar ve şöyle söyler:
“Ne yani dünyada bu kadar devlet adamı var hepsinin doğum gününü böyle kutlayacak mıyız?” şeklindeki kinayeli sözlerine, Rus delegesi ayağa fırlar yumruğunu masaya vurur, ve 152 ülkenin delegelerine aynen şöyle söyler; “Genç delege arkadaşım hatırlatmak isterim ki ATATÜRK öyle dünyadaki herhangi bir lider değildir, bırakın onu bir yıl anmayı her ülke her problemimizde çare olarak aramalıyız”

Sonra ne mi olur?

Önerinin görülüp imzalandığı gün muhalif olan “ne yani” diyen. İşte o İsveç delegesi mikrofona gelir ve aynen şunları söyler;

“Ben ATATÜRK‘ü inceledim bütün ülkelerden özür diliyor ilk imzayı ben atıyorum” diyecektir.

UNESCO tarihinde ilk kez hemfikir olarak 152 ülke oy birliği ile şu metne imza atar;
ATATÜRK KİMDİR;

ATATÜRK ULUSLARARASI ANLAYIŞ, İŞBİRLİĞİ, BARIS YOLUNDA ÇABA GÖSTERMİŞ ÜSTÜN KİŞİ, OLAĞANÜSTÜ DEVRİMLER GERÇEKLEŞTİRMİŞ BİR İNKİLAPÇI, SÖMÜRGECİLİK VE YAYILMACILIĞA KARŞI SAVAŞAN İLK ÖNDER, İNSAN HAKLARINA SAYGILI, DÜNYA BARIŞININ ÖNCÜSÜ, BÜTÜN YAŞAMI BOYUNCA İNSANLAR ARASINDA RENK, DİL, DİN, IRK AYIRIMI GÖSTERMEYEN, EŞİ OLMAYAN DEVLET ADAMI, TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN KURUCUSU

 

Fedai Çakır

10 Kasım 2014, İstanbul

OSMANLI’DAN IMF’YE BORÇ BATAĞI

e1fa67_150e3389e5e7463facf4ccc017886e7a

Bazı kesiminler Uzun Adam diye tabir ettiği ve ülkemizi son 12 yıldır yöneten Başbakanımızın, meydanlarda IMF’e olan borçlarımızı ödediğini söylediğinden beri nedir bu IMF ve neden borçluyduk bugüne kadar merak edenlerin okuması için bu makaleyi kaleme alayım dedim.

Viyana kapılarına dayanan Osmanlı İmparatorluğunun mali durumu hiç de parlak değildi. Hele de Karlofça Antlaşması  anlaşması ile topraklarını kaybetmeyen koca imparatorluk bir takım vergisel tedbirler almış vergileri artırmıştır. Özellikle toprağı işleyip gelir elde eden çiftçiler bu vergi yükü altında ezilmiş ve çiftçiliği bırakıp büyük kentlere göç etmeye başlamıştır.

Halktan toplanan altın ve gümüşler olmuş yetmemiş ilk evrak ile yine esnaf ve halktan paralar toplanmış bunlarda yeterli olmamıştır. Osmanlının olmayan ekonomisi, kaybedilen topraklar ve tarımdaki insan kayıpları derken sonun başlangıcı da görülmüştür.

Osmanlı İmparatorluğu’nun bilinen ilk dış borç’u 1854 yılında Kırım Savaşı başlangıcı’nda İngiltere’den 200.000 Sterlindir. İşte o gün bu gün derken borçlar alınıp verilmiş ama daha çok alınmış verilememiştir.

Kurtuluş savaşını kazanan bu millet Osmanlının borcundan kurtulamamıştır. Galip devletler Osmanlının borçlarını Osmanlı topraklarında olan devletlere böldüklerini iddia ederek Türkiye Cumhuriyetine borcun %67’sini dayatmışlardır. Bu borç öyle böyle bir borç değildir. Tüm ülkenin gayri safi gelirinin %65’ine denk gelmektedir. Bugünkü duruma göre ülkemizin bu borcu yaklaşık 500 milyar dolardır. Hemen burada o günkü bilinen rakamı da verelim. 107,5 milyon altın Osmanlı Lirasıdır.

Borcun artmadan önceki durumunu da yazalım ki karşılaştırma yapabilesiniz. 1914 yılında savaş patlak verdiğinde Osmanlı Devleti’nin dış borcu kısa vadeli borçlar hariç 156,4 milyon Osmanlı Lirası’dır. (142 milyon sterlin).

Lozan anlaşmasıyla yeni kurulan bir ülkenin yokluklar içinde birde çok büyük borç yükünü kabul etmesiyle yeni bir süreç başlar.

Bu borçları Atatürk ve arkadaşlarının kurduğu Türkiye Cumhuriyeti 1954 yılına kadar öder ve bitirir. Üstelik de dünyada yaşanan ekonomik krize rağmen. Bu arada birçok yabancıların elinde olan başta demir yolları, limanlar, fabrikalar satın alınarak millileştirilir. Bankalar kurulur, Uçak fabrikası başta olmak üzere bir çok fabrikalar kurulur, halk’a toprak dağıtılarak yeniden çiftçilik yapılması sağlanır.

Çok kısa bir zamanda yapılanlar yazmaya kalkarsak ayrı bir makale olur. Tarih bir yere gitmiyor araştırın ve mucizeye şahit olun.

Türkiye cumhuriyeti Osmanlı devletinden kalan borçların etkisiyle dış borçlanma konusunda da temkinli davranır. Bununla birlikte Türkiye cumhuriyeti dış borçlanmaya iç borçlanmadan daha önce başvurmuştur. Nitekim ilk dış borçlanmaya 1930 yılında başvurulmuştur.

1930’da ‘İktisadi Cihazlanma’ amacıyla ABD’den 10 milyon dolarlık borç alınmıştır. İkinci Dünya Savaşı döneminde de bazı yeni dış borçlanmalara gidilmiştir. 1947’de IMF üye olan ülkemiz 1958 yılında ilk borçlanmasını yapmıştır.

Osmanlı’nın büyük batağını ödeyebilen genç Cumhuriyetin elbette geleceğinin de başa geçenlerin günahı da sevabı da çok vardır.

Atatürk’ün hastalanması, ölümüyle başlayan süreç ve sonrasında yapılan hatalar silsilesi bir şekilde ülkeyi yeniden dış borçlara bulaştırmıştır.

Elbette bu borçlanmaların savaş zamanlarına denk gelmesi, ekonomik krizler ve Osmanlının borç batağının neden olduğunu bilmeliyiz.

Neden ne olursa olsun geldiğimiz bugüne bir bakalım.

  • IMF’e borç yok ama dış borç çok
  • Bankaların neredeyse hepsi yabancı sermayeli veya yabancı ortaklı
  • Ülkedeki ağır sanayi yabancıların elinde
  • İletişimin %90’ı yabancıların.

Bu örnekler sayılır gider. Kapitülasyonlar yeniden gelmiş ve ülke hiç de öyle IMF’e borç kalmadı diyerek refah gösterilecek kadar iyi değil.

 

Fedai Çakır

11 Temmuz 2014, İstanbul

 

 

MUSTAFA KEMAL VE KÖPEKLERİ

e1fa67_0309d7cfb79f4cd497363b712ce03fc6

Merhaba Datça Ekspres Gazetesi okuyucuları,

Bu sayıdan itibaren siz değerli okuyuculara yazıyor olmak benim için onur verici olacaktır. Datça’nın yazlık bir bölge, tarihi ve doğal güzelliklerini ele alacak olur isek benimde bu konularda yazıyor istememi anlıyor olacaksınız diye düşünüyorum.

Siyasetten mümkün olduğunca uzak hayata dair konuları yazmak istiyorum.  Lafı uzatmadan hemen “Mustafa Kemal ve Köpekleri”  başlığımıza olan merakınınızı gidermek isterim.

Mustafa Kemal’in eğitim hayatımız boyunca askeri ve siyasi konularda dahiliği ve yaptığı işlerle bizlere daha çok anlatıldı. Sokak tan çevirdiğiniz 100 kişinin 99’u Çanakkale savaşında, kurtuluş savaşında ve Cumhuriyet döneminde neler yaptığını az çok dilinin döndüğü kadar size anlatır.

Peki kaç kişimiz onun Hayvanları, doğaya olan düşkünlüğünü anlatabilir. Hemen hemen hiç diyebiliriz.

Bu yazım’da sizlere hayvanlar ile Mustafa Kemal’in ilişkisini detaylı olarak anlatmak isterdim lakin bir köşe yazısında yazabileceklerinizde sınırlıdır. Bu neden ile sizlere bu yazımda Mustafa Kemal’in Köpekler ile olan aşkını sevgisini anlatmaya çalışacağım.

 

‘‘…Mustafa Kemal’in 1. Dünya Savaşı yıllarında doğu cephesinde savaşırken ‘‘Alp’’ adında bir köpeğinin olduğu ve bu köpeğin onun yatak odasının kapısında beklediği ve Atatürk‘ün izni olmadan hiç kimseyi içeri bırakmadığı anlatılır…’’  [1]

‘‘…Ulusal kurtuluş savaşımız sırasında ele geçirilen Yunan komutanlarından birisinin köpeği olan ‘‘Alber’’ adında bir köpeği daha vardır. Beyaz-sarı renklerde bir av köpeği olan Alber’i çok seven Atatürk, onun ölümünden derin üzüntü duymuştur…’’ .[2]

Lakin Mustafa Kemal’in hayatın’da ki en önemli hayvan ‘Foks’’ adında bir sokak köpeğidir.

Kılıç Ali anılarında, Foks’u bir Samsun seyahatinde arkadaşı Deniz Bozok’la deniz fenerinin yanında sabah gezintisi yaparken gördüklerini ve sahibinden rica edip Atatürk’e hediye ettirdiklerinden bahseder. .[3] Cemal Granda anılarında, Foks’un yavruyken Yalova’da seyyar fotoğrafçılık yapan Hasan Efendi’den 50 lira gibi önemli bir paraya satın alındığını anlatır. [4] Başka bir kaynakta ise Foks ‘un bir büyük devletten Gazi’ye hediye edildiğinden bahsedilmektedir. . [5]

Foks’un bir gün Atatürk’ün elini ısırması üzerine çevresindekiler köpeğin Çankaya köşkünden uzaklaştırıp Atatürk Orman Çiftliğine gönderilmesi konusunda Atatürk’ü ikna ederler. Bura da Foks’u iğne ile uyutulduğu gerekli tahlillerin yapıldığı söylenir.

Atatürk’ün Foks’a olan sevgisini bilen veteriner Foks’un içini doldurup vitrine koyar.

Atatürk Orman çiftliğine yolu düşen Atatürk bu manzara karşısında sonsuz bir ıstırap’a kapılır. Veteriner’e öfkelenir, şaşkın şaşkın bakarak uzaklaşır.

Foks devamlı Atatürk’ün yatak odasında ve karyolasının hemen ayak ucunda yatmaktadır. Atatürk, sabaha karşı yatağına girene değin, Foks uykusuz onu bekler. Çok sadık ve duygulu bir köpektir.

Atatürk Foks’un ısırmasını oyuna bağlamıştır, lakin çevresi ikna olmamıştır. Foks’u ölüme götüren bu yolda ısrarlara daha fazla dayanamayan Atatürk izin vermiş ve sonrasın da ise pişmanlığını, üzüntüsünü saklamamıştır.

Terk edilmek insanları olduğu kadar köpekleri de çok üzüyor. Yemeden içmeden kesilip ölen bir çok köpeğin hikayesini sizler de duymuşsunuzdur. Bu hikayeler şehir efsanesi değil gerçek hikayelerdir.

Siz Datça’lı dostlar yazlıkçı olarak gelen ve köpeklerini orada terk eden, zalim, sevgisiz bu insanlara engel olun. Bir çok tatil beldesinde bırakın sokak köpeği olmasını cins köpeklerin terk edildiğini görebilirsiniz. Bir çoğu kendilerine bakma özelliğinden uzak yetişmiş köpeklerdir.

Atatürk’ün bu sokak köpeği Foks’a olan aşkı ve sevgisi bize yol olsun. Onun bu sevgi yolundan da gitmek bizim boynumuzun borcu olsun…

 

Fedai Çakır

16.02.2014, İstanbul

 

Kaynakça: 1. Bekir Çoşkun, Atatürk’ün köpeği… 31 Ocak 2000, 2. Bekir Çoşkun, Atatürk’ün köpeği… 31 Ocak 2000, 3.  Hulusi Turgut, ATATÜRK’ÜN SIRDAŞI kılıç ali’nin anıları, (Türkiye İş Bankası ,Eylül 2005 , sf. 575 ),  Kılıç Ali , ATATÜRK’ÜN HUSUSİYETLERİ , (Cumhuriyet, Mart 1998, sf.88), 4. Cemal Granda,Turhan Gürkan , ‘Atatürk’ün Uşağı İdim, (Kasım 1973, sf.193,194,195) 5. İzzet Aslan ATATÜRK SİLİFKEDE (Töyko, 1969, sf.76,77),