BAŞIMIZ ÖNDE ONURUMUZ DİK…

e1fa67_057a28144f4f4e9a8ba97e75ee0a2bc9

Az önce ekmek almak için fırına gittim.

Fırından çıktığımda mahallemizin kuru yemişçisi dükkanının kapısına çıkıp bana:

“hişt hişt ne oldu başın önde yürürsün işte böyle” diyerek laf attı.

Kuruyemişçi arkadaşım Fenerbahçeli ve ben Galatasaray taraftarıyım sık sık onunla dalga geçerim oda benimle. Sanırım fırsat bu fırsat deyip oda benimle aklı sıra alay ediyor.

AKP’ye oy veren bu arkadaşım benim mahallem de başım öne düşmüş yürümemi yerel seçimlerden alınan oylara bağlamış.

Şu an koca koca binaların olduğu lakin benim çocukluğumda gecekondularla dolu olan Eyüp’ün Sakarya mahallesinde bir gecekonduda büyüdüm ben. Babam bir fabrikada işçi annem ise ev hanımı idi. Evimizde sürekli günlük gazetemizi babam hiç eksik etmezdi.

Abim ve ben harçlıklarımızı Gırgır ve Tübitak’ın çıkardığı Bilim Teknik dergisini almaya harcardık. Arada kendimizi şımartmak istersek güzel kızlara bakmak için magazin olan Hey dergisi de alırdık.

Bu gecekondu mahallesinin tek bir girişi vardı. Okul dönüşü yada okula gidişimiz bu yoldan ama bir çok evin önünden geçerek olurdu.

Annem belinde çifte tabancası olan yaman bir Karadeniz kadınıdır. Evde ki otorite onun elindedir. Babam yapma etme dese de biz çocuklar babamızı sevgi ile yumuşatır onun dediğini al aşağı etmenin bir yolunu hep bulurduk. Annem öylemi; yapma dediğini yap, yada karşı gel vay haline. Evin köşesini dönemeden terlik sırtında olurdu.

Mahallenin iki delikanlısı bizim evde yaşayınca ee mahallenin kızlarının da ilgi odağı olması da kaçınılmaz oluyor elbet…

Annem her şeyin farkın da…

Mahalleye girip çıkarken başınızı önünüzden kaldırmayacaksınız, adam gibi mahalleye girip çıkacaksınız, birisi senin oğlun kızıma bakıyor der ise yakarım çıranızı diyerek sık sık uyarır bizi.

Annem göre ve hatta mahallenin kültürüne göre bizler kardeşiz o mahallede ve mahallenin kızlarını da bakmak yasak elbette.

Arkadaşın çıktığı kızla, hatta bırakın çıkmasını baktığı kızla asla çıkılmaz ona takınılmaz o artık senin bacın olmuştur, Hele hele nişan söz yapmış bir kız ayrılmışsa kesinlikle o mahalleden evlenmez başka bir mahalleye gelin gider. Büyük bir aile olmanın verdiği sosyolojik sonuçlardı bunlar.

Sevgili Kuruyemişçi kardeşim işte benim bu başım önümde yürümem senin AKP’nin yüksek oy almasından dolayı değil çocukluğumdan kalmış bir alışkanlık.

Biz mahallemizin kızlarına bakıyor demesin diye başımız önümüzde yürüdük, biz hırsız demsinler diye devlet işlerinden uzak durduk, biz kul hakkı olur diye ince eleyip sık dokuduk, biz namusu, ahlakı önde tuttuk ki iyi evlatlar yetiştirelim istedik.

Başımız önde, Onurumuz dik…

 

Fedai Çakır

05 Nisan 2014, İstanbul.

 

İNSANI İNSAN OLDUĞU İÇİN SEV

e1fa67_ecd007b7621a4214a6d81b9f6f746409

Yıl 1993. Eşimin hamile olduğunu öğreniyorum. Ülkede Devalüasyon yapılıyor ve ben Dolarla olan borçlarım yüzünden tüm servetimi bir gece de kaybediyorum. Sıkıntım çok büyük.

Bir gece rüyamda bir erkek çocuk gördüm;

baba benim adımı koydun mu?”

Yok oğlum

“o zaman benim adımı Doğuşhan koy baba

Uyanıyorum. Eşim’i uyandırıp bizim bir oğlumuz olacak adı da Doğuşhan olacak dedim. Uykulu gözlerle beni anlamaya çalışan eşim hiçbir şey anlamadan uykuya tekrar dalıyor.

Oğlum ile ilk iletişimin böyle başlıyor. Doğuma birkaç ay kala aynı çocuğu rüyamda tekrar görüyorum. “sıkılma işlerin düzelecek baba” diyor.

Hayatım boyunca Doğuşhan adını hiç duymadım hiç bir çocuk da bu ismi görmedim. Benzer isimler vardı ama Doğuşhan yoktu. İşte benim bu gün Üniversitede okuyan oğlum kendi adını kendi vererek dünyaya gelmişti.

Aramızdaki bu güzel iletişim her zaman sürdü. Birbirimizi konuşmadan bile hisseder olduk.

Ben bu kadar şanslı iken bazı ailelerin şansızlığı iletişimsizlikle başladığını otizm’i duyduğumda öğrendim.

Otizm; daha anne karnında başladığını editörlüğünü yaptığım kitaplardan öğrenmiştim. Otizm’in en önemli semptomunun çocukların konuşmaya başlamaması veya birkaç kelime ile sınırlı kalması olduğunu da yine bu kitaplardan öğrenmiştim.

Benim oğlum daha doğmadan ana karnındayken benimle iletişime geçerken bir başkasının çocuğunun doğduktan sonra bile ailesi ve çevresi ile iletişime geçmemesi ailesi için zor olsa gerek.

Uluslararası istatiksel araştırmalara göre her 10.000 çocuktan 5’inde erken çocukluk çagı otizmi görülmektedir. Tüm otizm spektrumu dikkate alındığında bu oran 10.000’de 2’e kadar ulaşmaktadır.” (1)

Görüldüğü gibi toplum da otizm’li insan sayısı küçümsenemeyecek kadar çok. Peki Benim Oğlum Doğuşhan’dan bu çocukların farkı nedir?

Bana göre bir baba olarak hiçbir farkı yoktur. Baba/anne olmak karşılıksız sevmek, dünyaya getirdiğiniz yavru için canınızı bile verebileceğiniz bir duygudur. Öyle ise her çocuk baba/anne için aynıdır, fark yoktur.

Hepimiz baba/anne olduğumuzu yada olmak için aday olduğumuzu düşünürsek toplum içinde uygulama da neden çocukları kategorize ederiz.

Otizm’li ailelerin istedikleri çok şey değil. Çocuklarının toplum içinde ayrıştırılmadan kabul görüp bir birey olarak yetişmesidir.

Kendi çocuğumuz otizmli olmayabilir lakin bir an için kendi çocuğumuzun otizmli olduğunu düşünürsek çocuklar arasında ayırım yapmadığımızı görürüz. Ve bu bilinci toplumun her kesimine yayabilirsek otizmli çocuk sahibi ailelerin istediği çocuklarının toplumun bir parçası olması isteğinin gerçekleştiğini görürüz.

Toplum içerisinde yaşamda çocuk sevgisi önemlidir.

Hayatınıza bir bebek girdiğin de eski hayatınız yoktur artık. Sizin ve ailenizin temel uğraş haline gelen bu küçük varlık ile sizin var olan alışkanlıklarınızı da değiştirmeye başlayacaktır.

İşte içinizde olan bu sevgiyi sadece kendi çocuğunuza değil toplumun tümüne verin. Hayat hepimiz için daha güzel olacaktır.

İnsanı insan olduğu için sev.

 

 

Fedai Çakır

İstanbul, 28 Mart 2014

Kaynakça: 1- Neşe Balcı Altın, Otizm işitsel Entegrasyon, sf. 13

 

SİZ HİÇ ÇALIŞAN ERKEK OLDUNUZ MU?

e1fa67_a93621dc99d644dbb9f728498b06dae6

Siz hiç çalışan Erkek oldunuz mu?  Hele bir de çocuklu çalışan erkek oldunuz mu?

Bir evde aşağıda ki işleri biz erkekler yaparız.

Sabah okula gidecek çocukları kalkıp okula hazırlayıp karınlarını doyuran erkektir,

Çamaşırları renkli, beyaz diye ayırtıp çamaşır makinesine doldurup yıkayan da biz erkekleriz,

Yemek yapmak için Pazar alışverişini de biz erkekler yaparız,

Yetmez eve koşup yemeklik malzemeleri toparlar yemekleri yaparız,

Sofrayı toplar, bulaşıkları bulaşık makinesine tek tek yerleştiririz,

Koşup çamaşır makinesinden çamaşırları çıkartır asarız,

Bulaşık makinesinden teker teker çıkarılan temiz çatal kaşık, tabak silip yerleştirme işi de biz erkelerindir,

Kuruyan çamaşırları toplayıp ütüleyip dolaplara yerleştirmede biz erkeklerin işidir,

Çocukların bir bir sorunlarını dinleyip çözüm bulmak da biz erkelerin işidir,

Gece geç saatte yatak da bekleyen kadının zevkine cevap verecek sevişecek olan da biz erkeklerdir.

Hiçbir şey olmamış gibi bakımlı dinç olarak iş yerinin kapısından topuklu ayakkabılarla girip bütün gün çalışıp evin ekonomisini de katkıda bulunan evin bütçesini ucu ucuna tutmasını sağlayan da biz erkekleriz.

Ben de olmadım, zaten doğam gereği olamam da ben aynanın diğer yanındayım, dünyaya şanslı gelen Kadınlar grubundayım.

Offf ter içinde kalmışım kabusmuş…

Evdekilerin götünü başını dağınıklığını toparlamadan, komple ev temizliğine girişmeden uyandım ya.. Oh be…

Erkek olmak meğer ne zor işmiş.

Çay ile şeker karışınca birbirine, sadece şeker değildir eriyen…

Çayında kıvamı daha yoğunlaşır… Sevgi de böyledir işte ne kadar karışırsa o kadar tatlı olur işte…

Çaylar benden kadınım, bir gün değil 365 gün senin olsun…

 

Fedai Çakır

5 Mart 2014, İstanbul.

 

SÖZDE ARAŞTIRMACI – YAZARLAR

e1fa67_0509dac5b1b44611b4d0e1a4f43ebc0f

Tarih: geçmişteki olaylara ait bilgilerin keşfi, toplanması, bir araya getirilmesi ve sunulması bilimidir. Tarihi bilgi, geçmişteki olaylara ilişkin tüm bilgilerin, olayların vuku bulduğu dönemin şartları göz önüne alınarak, mümkün olduğunca nesnel bir şekilde sunulması ile oluşur. Tarih, yaşanan olayların bir daha yaşanabilmesi gibi bir olasılık olmadığından diğer bilimler gibi deney ve gözleme dayanamaz.

Kitap ile Tarih arasında eskiden beri gelen köklü bir bağ vardır. Tarihi bizler kitaplardan okuyarak öğreniriz. Bu öğrenme biçimi bile yalan yanlışlarla doluyken son yıllarda Tarih kulaktan aktarılan fiskos şeklinde halk içinde yayılmaktadır.

Ülkemizde sözde araştırmacı – yazar adı altında kitap yazan bazı insanlar son yıllarda hızla türemişlerdir. Ben bunlara tetikçi tarih kitapları yazan kişiler diyorum. Bunlar Tarihi kendi ideolojik düşüncelerine göre tarihi şekillendiriyorlar. Tarihi önderleri kendi ideolojilerine sokuyor ya kahramanlaştırıyorlar yada kötülüyorlar. Sözde Araştırmacı – Yazarlar bu kitaplar da da bol bol başka kendi tarzında olan yazarlardan alıntılar yaparak da okuyucuya inandırıcılık yapıyorlar.

Bu tip kitaplar ve yazanlar o kadar çoğaldı ki bunların türettiği kitapları elinize aldığınızda okumaya başladığınızda tarih ve yaşananlar dışında her şeyi bulabiliyorsunuz. Eğer hedefte karalanmak isteyen bir tarihi şahsiyet var ise her yol mubah olmuştur. Birkaç alıntı ile o kişiyi, katil, hırsız, dinsiz, vatan haini, kadın içki düşkünü v.s aklınıza gelen her kötü olabilecek yaftalamayı yapmaktadırlar.

Osmanlıcılığın bir marifet gibi gösterildiği bu günlerde bu tip sözde araştırmacı – yazarlar hızla kitaplar çıkarmakta bol bol seminerler vermektedir. Bu kişilerin tek doğruları vardır. Osmanlıyı yüceltmek ve Cumhuriyeti karalamak. Hemen burada bir not düşmekte fayda var Osmanlıyı da yazıyorsan yada Cumhuriyet tarihini de yazıyorsan bir yazar araştırı ve doğruları yorumsuz yazar kanaati okuyucuya bırakır. Okuyucu aptal değildir kendi kararlarını verebilir.

Birkaç yaşadığım örnekleri sizlere aktarmak isterim.

Eyüp Feshane şehir günlerinin kutlandığı popüler mekan oldu. Her sene yüzlerce şehir adları adında günler düzenlenmekte. Bunlardan birine bir arkadaşım için katıldı. Kahraman Maraş günleriydi. Ve Dulkadiroğlu Beyliğinin torunlarının da bulunduğu bir seminere katıldım.

Türkmen Beyliklerinden olan Dulkadiroğlu beyliği başta Elbistan olmak üzere o bölgede uzun yıllar hüküm sürmüşlerdir. Bazı kaynaklar Fatih Sultan’ın eşi Yavuz Sultan Selim’in annesinin bu beylikten geldiğini söyler bazı kaynaklarda olmadığını.

İşte sözde araştırmacı – yazarlardan olduğu anons edilen bir bayan uzun uzun Yavuz Sultan Selim’in annesini anlatıp Maraşlıların nasıl şanslı olduğunu sonrasında Padişahları öve öve konuşmasını bitirdi. Padişahlar, Osmanlı ve Padişah anaları o kadar karışık ve uzun bir konudur ki burada bir makalede anlatmak mümkün değildir.

Konuşmanın bitmesiyle Dulkadiroğlu Beyliğinin Derneği başkanı olan ve bu soyun torunlarından bir bey alkışlayarak teşekkürlerini iletti ve onurlarını anlattı.

Benim Tuhafıma giden ise sözde araştırmacı – yazar kadının saptırmalarından çok bu beyliğin torunlarının buna alkış tutmasıydı.

Dulkadiroğlu beyliği Beylik Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlı Devleti‘ne bağlandı. Dulkadiroğlu Beyliği Osmanlının başına bela olan son Türk beyliğiydi. Osmanlıya yıllarca çok zayiat vermiş ve yıkılamamıştı. Yavuz Sultan Selim Dulkadiroğlu beyliğini ele geçirdiğinde Şah İsmail’in yenilgisinde olduğundan daha çok Türkmen ailelerini yok etmiş bir daha baş kaldıramasın diye soy kırım denilebilecek kadar ölümlere yol açmıştı. Yorum sizlerin.

Son zamanlarda Mustafa Kemal Atatürk’ün mal varlığı üzerine tartışmaları izlemekteyim. Hatta döküm döküm mal varlığı listesinin yayınlandığını görmekteyim.

Genç bir Üniversite öğrencisi bir kız “Atatürk’ün o kadar malı var, nasıl edindiğini sormuyorsunuz”. Bu günkü siyasileri kast ederek “onlarda mal edinmiş çok mu?” dediğini ve ateşli şekilde savunduğunu görmeliydiniz.

Evet Mustafa Kemal Atatürk mal varlığı olan o dönemde de zengin denilebilecek bir şahıstı. Çankaya Köşkünün tüm çalışanlar dahil giderlerini de bundan dolayı kendi bütçesinden karşılar devlete ödetmezdi.

Mustafa Kemal Atatürk, halk örgensin, örnek olup gelişsin diye çeltik fabrikası kurmuştur, Modern çiftlikler kurmuştur, İş Bankası’na da ortak olması bu ülkede tek banka olan Osmanlı Bankasına (İngiliz Sermayelidir) rakip ve yerli sermayeli bir banka olsun diye ortak olmuş, kurdurtmuştur. Savaştan çıkmış, yorgun olan halka ticareti, iş yapmayı öğretecek işlere el atmıştır. Askeri dehasının yanında ekonomik deha olan Mustafa Kemal Atatürk’ün mal varlığını incelerken neticeye bakmak lazım.

Mustafa Kemal Atatürk Tüm mal varlığını hazineye bağışlamıştır. Milletten gelen millete geri dönmüştür. Yapılanlar örnek olmuş amacına ulaşmıştır.

Tarih değiştirilemez ah şu sözde araştırmacı – yazar deneler olmasa.

Fedai Çakır

02 Mart 2014, İstanbul

 

SOĞUK ÜLKELERİN SIÇAK TÜRKLERİ

e1fa67_64f3311edda84c4b93ac621f436e67ac

Kaynağını şaman ayinlerinden alan “Gırtlak Türküleri”  ülkemizde de popüler olacağa benzer.

AKP’nin seçim şarkısı ünlü Cengiz Han filminin müziği olan Kara Kıs Avulguma Kelgende (Kara kış köyüme gelende)’ye yeni sözler yazılıp seslendirildiğini dinledim. Bu müzik türü Dombıra denen bir çalgı ile söylenen bir gırtlak şarkısıdır.

Dombıra nadiren Türkiye’de, yaygın olarak Tataristan, Çin gibi Türklerin yaşadığı tüm ülkelerde ve en çok Özbekistan, Tacikistan, Kazakistan, Afganistan gibi orta Asya ülkelerinde yaygın bulunan kadim bir telli çalgıdır. Tezeneli çalgılar grubuna dahildir. Dombıra orta Asya’nın diğer kadim telli çalgılarıyla ortak özelliklere sahiptir.” [1]

Kaynağını şaman ayinlerinden alan “gırtlak şarkıları” UNESCO tarafından dünya kültür mirasının en dikkat çekici hazinelerinden biri olarak kabul ediliyor.

Bu şarkıyı söyleyenler gırtlağın alt bölgesindeki kasları kullanarak aynı anda birden fazla notayı seslendirebiliyorlar.

Artık Türklerden çok Moğollar ve Çinlilerin sahip çıktığı bu müzik türü Anadolu’ya kadar ulaşmıştır. Burdur civarındaki Yörüklerde “Boğaz Havası” olarak bilinen teknikle benzerlik taşıdığını tespit edilmiştir.

Şaman inancıyla ortaya çıktığı düşünülen Gırtlak Müziği’nin Türk kavimlerinde Şaman inancının ne kadar yaygın olduğunu gördüğümüzde bu müziğin Şaman inancıyla bağlantısını kurmak zor da olmaz.

Şamalar (Kam)  ruhlarla insanlar arasında iletişim kuracağına inanılan kişidir. Mistik bir havası olan Şaman ve Gırtlak Müziği tam bir uyum sağlamaktadır.

Şamanlar ayinleri sırasında gırtlarından çıkardıkları sözler ve ezgilerden çıkan bu türküleri dinlediğinizde sizi hemen içine çekecektir.

Soğuk ülkelerin, sıcak türkülerini UNESCO tarafından dünya kültür mirasının en dikkat çekici hazinelerinden biri olarak kabul edildi.

Bu müzik türüne ataları olan Türk’lerin de sahip çıkması yakın olsun.

Yazarın notu: Muhakkak yutup tan Cengiz Han Film müziği diyerek filmin müziğini ve yine Gırtlak Türküleri diyerek çeşitli gırtlak türküleri dinlemenizi tavsiye ederim. (Alta videoyu ekledim)

 

Fedai Çakır

21.02.2014, İstanbul

 

 

Kaynakça:

1-http://tr.wikipedia.org/wiki/Domb%C4%B1ra