Etiket arşivi: fedai çakır

AŞK ACISINI UNUTMA FORMÜLÜ

e1fa67_e7637eac849d49728dce4e375d519d5a

Bir çok insanın yaşadığı ve bitirdiği bir ilişkinin ardından acı çektiğine şahit olmuşuzdur. Peki Aşk acısı denen bu duyguyu unutmak, hafifletmek mümkün müdür.

Görev aldığım Ulusal Alzheimer Vakfının düzenlediği seminerlerde, bir dönem hafıza üzerine eğitimini aldığım konulardan yola çıkarsam beynin çalışması konusunda oldukça bilgilendiğimi söyleyebilirim.

Kısaca, basit ve anlaşılır olarak anlatmak gerekirse beyin uzak ve yakın hafızadan oluşmaktadır. Yakın hafıza dediğimiz olgu anlık hatırlamak için kullanılıyor. Uzak hafıza ise, beyin olayları, şekilleri uzun süre lazım olacağından uzak hafızaya kayıt eder. Örneğin ev adresiniz, yakınınızın yada çok kullandığınız telefon numarası, kız arkadaşınızın, babanızın, annenizin kardeşinizin doğum günü tarihi gibi.

İşte Aşk’da böyle bir şeydir. Beyin yaşadığınız duygu durumunu, olayları, gezip gördüğünüz yerleri, arkadaş çevrenizi, size söylenen güzel kelimeleri yada söylediğiniz kelimeleri, beraber dinlediğiniz şarkıları, yürüdüğünüz sokakları direkt uzak hafızaya kayıt eder.

Hocam Prof. Dr. Engin Eker, Alzheimer konferanslarında sık sık şu cümleleri telaffuz eder. “Bana hasta yakınları şu soruları sorar; Hocam annem/babam 50 yıl önceki olayları hatırlıyor ama az önce yemek yediğini hatırlamıyor” İşte bu Alzheimer hastalarının ortak özelliğidir. Uzak hafıza 50 yıl önceki olayları hatırlıyor ama az önce yediğini hatırlamıyordur. Uzak hafızanın kayıt yapmama durumunda insan oğlunun tüm yaşamsal faaliyetleri darbe alıyor. Bu bakımdan çok önemli olan uzak hafızamız söz konusu ayrılık olunca berbat bir açı ve kötü ruh halinin de sebebi olabiliyor.

Uzak hafızamıza yerleşen aşk yaşadığımız insanla oluşan depolamayı nasıl sileceğiz. Yada silebilecek miyiz. Teknik olarak silinse, aşk acısı yaşanmayacağımız aşikardır.

Bir bilgisayar hard diskine benzeyen beynimize keşke bilgisayarda olduğu gibi format atsak. Bilgisayarda bile format atıldığında uzmanların kriminal laboratuarda bilgilere ulaştığını duyuyoruz.

Aşk acısını unutmanın yolu anıları yok etmeye çalışmak olmamalı. Görüldüğü gibi uzak hafızaya yerleşen hiçbir bilgi yok olmuyor silinmiyor.

Öyle ise ne yapabiliriz.

Öncelik ile hedefimiz tüm zihnimizde var olan bu ayrıldığımız kişiyi önemsizleştirmeye gitmeliyiz. Ben buna ilişkide “ÖNEMSİZLEŞTİRME” metodu diyorum.

Bize açı veren olgu o kişiyi kendimizde hala önemli bir yerde tutuyor olmamızdır. İşte o kişinin bizim için önemsiz olduğunu, artık ayrıldık herkes kendi yaşamını yaşayacak diyerek kendinin daha önemli olduğunu bilimcimize kabul ettirirsek uzak hafıza onunla olan bilgileri bize geri getirmeyecektir. Lakin saklamaya devam edecektir.

Uzak hafızanın bir özelliği de yaşanan mekanlar, şarkılar, yürünen sokaklar gibi kişiyi hatırlatıcı durumlarda o kişi ile olan bilgileri size geri getirir. İlişkinin bitişinin ilk devrelerinde bu tip olayları yaşayacağınız yerlerden, olaylardan, şarkılardan vs uzak durmak o kişiyi önemsizleştirmede etkili olacaktır.

Kişiyi kendinizde bir kere önemsizleştirilseniz bir daha da o kişiyi görseniz bile sizde sadece anı olarak kalır ve hiç yaşanmamış gibi hayatınızı yaşamaya devam edersiniz.

Hayat güzel, ÖNEMLİ ve yaşamaya değer, lakin bir başkası içinde açı çekmeye değmez. Onu ÖNEMSİZLEŞTİR gitsin.

 

Fedai Çakır

3 Mayıs 2014, İstanbul

GÜZEL İNSANLARIN, GÜZEL DÜŞÜNCELERİ

e1fa67_e7f63f8ef6d94827bf896a8fee5552ff

Sosyal medya ile güzel düşünceleri olan insanların bu güzel düşüncelerine ulaşmak da daha kolaylaştı. Facebook’da özellikle bu insanların sözlerini paylaşarak binlerce üyeye ulaşan sayfaları görmek mümkün.

Mesela bir çok insanın yaşam tarzı ile hayranlık uyandıran Uruguay Cumhurbaşkanı Jose Mujıca’ı Türkiye’de tanımayan yok. Bir zamanlar ülkeye girmesi yasak olan, vatan haini ilan edilen Nazım Hikmet’in düşüncelerini sayfalarda görmek ve en çok beğenileri de aldığına şahit olmak kaderin bir oyunu gibi.

Cemal Süreya’nın, Özdemir Asaf’ın ve daha bir çok şairin dizlerinden öğreniyoruz aşk’ı.

“İnsan kötüydü, kitaplara sığındım” diyen Cemil Meriç ile sanki kitapları tekrar keşfediyoruz.

Dizlerinde saf aşk’ı temsil eden şairlerin paylaşılan şiirlerini sözlerini hayran hayran okurken bir taraftan da saf olmayan ilişkileri yaşamakta nerden çıktı.

Uruguay Cumhurbaşkanı Jose Mujıca’ın hayat felsefesi olan dünya malına tamah etme, ihtiyacın olan kadar ile yetin kalanını paylaş felsefesine hayran hayran okurken, sabahın köründe kalkıp daha büyük bir ev, daha lüks bir araba için geçe gündüz demeden çalışma da neden?

Nazım’ın aşk ve vatan üzerine dizlerini okurken kendinden geçen bu toplum, vatanın kutuplaşıp bölünmesine sessiz kalacak kadar da duyarsızlaşmış. Hani nerede vatan sevgisi, toprak aşkı…

Mevlana, Hacı Bektaş Veli ile tanışan yepyeni bir toplum ile karşı karşıyayız. Sayfanızda Mevlana’nın bir sözünü paylaşın beğenileriniz tavan yapıyor. Peki sevgi tohumları ile yüklü olan Mevlana, Hacı Bektaş Veli öğretilerine karşın insanlar akrabalarını bile düşüncelerinden dolayı facebook’dan silmeler küsmeler, kin gütmeler neden?

İşte tam burada susup düşünüyorum manasız anlamazsız gelen bu davranış şeklinin karşısında susup sadece düşünüyorum… Din ile yatıp kalkan bir kesim, sanat ve edebiyattan bi haber bir kesim, Milli değerlerini hiçe sayan kendi kurucunsa küfürler eden bir kesim. V.s.

Toplu olarak bir arada sıkışmış tıkış tıkış bir toplum olarak yaşıyoruz ve bizler;

sevgi, saygı paylaşma duygularımızı kaybetmişiz.

Paylaşmayı facebook’da kendi zaman tüneline paylaş olarak algılayan bir toplum yok olmaya mahkumdur…

Güzel insanlar ve Güzel düşünceleri iyi ki varsınız…

 

 

Fedai Çakır

10 Nisan 2014, İstanbul

 

BAŞIMIZ ÖNDE ONURUMUZ DİK…

e1fa67_057a28144f4f4e9a8ba97e75ee0a2bc9

Az önce ekmek almak için fırına gittim.

Fırından çıktığımda mahallemizin kuru yemişçisi dükkanının kapısına çıkıp bana:

“hişt hişt ne oldu başın önde yürürsün işte böyle” diyerek laf attı.

Kuruyemişçi arkadaşım Fenerbahçeli ve ben Galatasaray taraftarıyım sık sık onunla dalga geçerim oda benimle. Sanırım fırsat bu fırsat deyip oda benimle aklı sıra alay ediyor.

AKP’ye oy veren bu arkadaşım benim mahallem de başım öne düşmüş yürümemi yerel seçimlerden alınan oylara bağlamış.

Şu an koca koca binaların olduğu lakin benim çocukluğumda gecekondularla dolu olan Eyüp’ün Sakarya mahallesinde bir gecekonduda büyüdüm ben. Babam bir fabrikada işçi annem ise ev hanımı idi. Evimizde sürekli günlük gazetemizi babam hiç eksik etmezdi.

Abim ve ben harçlıklarımızı Gırgır ve Tübitak’ın çıkardığı Bilim Teknik dergisini almaya harcardık. Arada kendimizi şımartmak istersek güzel kızlara bakmak için magazin olan Hey dergisi de alırdık.

Bu gecekondu mahallesinin tek bir girişi vardı. Okul dönüşü yada okula gidişimiz bu yoldan ama bir çok evin önünden geçerek olurdu.

Annem belinde çifte tabancası olan yaman bir Karadeniz kadınıdır. Evde ki otorite onun elindedir. Babam yapma etme dese de biz çocuklar babamızı sevgi ile yumuşatır onun dediğini al aşağı etmenin bir yolunu hep bulurduk. Annem öylemi; yapma dediğini yap, yada karşı gel vay haline. Evin köşesini dönemeden terlik sırtında olurdu.

Mahallenin iki delikanlısı bizim evde yaşayınca ee mahallenin kızlarının da ilgi odağı olması da kaçınılmaz oluyor elbet…

Annem her şeyin farkın da…

Mahalleye girip çıkarken başınızı önünüzden kaldırmayacaksınız, adam gibi mahalleye girip çıkacaksınız, birisi senin oğlun kızıma bakıyor der ise yakarım çıranızı diyerek sık sık uyarır bizi.

Annem göre ve hatta mahallenin kültürüne göre bizler kardeşiz o mahallede ve mahallenin kızlarını da bakmak yasak elbette.

Arkadaşın çıktığı kızla, hatta bırakın çıkmasını baktığı kızla asla çıkılmaz ona takınılmaz o artık senin bacın olmuştur, Hele hele nişan söz yapmış bir kız ayrılmışsa kesinlikle o mahalleden evlenmez başka bir mahalleye gelin gider. Büyük bir aile olmanın verdiği sosyolojik sonuçlardı bunlar.

Sevgili Kuruyemişçi kardeşim işte benim bu başım önümde yürümem senin AKP’nin yüksek oy almasından dolayı değil çocukluğumdan kalmış bir alışkanlık.

Biz mahallemizin kızlarına bakıyor demesin diye başımız önümüzde yürüdük, biz hırsız demsinler diye devlet işlerinden uzak durduk, biz kul hakkı olur diye ince eleyip sık dokuduk, biz namusu, ahlakı önde tuttuk ki iyi evlatlar yetiştirelim istedik.

Başımız önde, Onurumuz dik…

 

Fedai Çakır

05 Nisan 2014, İstanbul.

 

İNSANI İNSAN OLDUĞU İÇİN SEV

e1fa67_ecd007b7621a4214a6d81b9f6f746409

Yıl 1993. Eşimin hamile olduğunu öğreniyorum. Ülkede Devalüasyon yapılıyor ve ben Dolarla olan borçlarım yüzünden tüm servetimi bir gece de kaybediyorum. Sıkıntım çok büyük.

Bir gece rüyamda bir erkek çocuk gördüm;

baba benim adımı koydun mu?”

Yok oğlum

“o zaman benim adımı Doğuşhan koy baba

Uyanıyorum. Eşim’i uyandırıp bizim bir oğlumuz olacak adı da Doğuşhan olacak dedim. Uykulu gözlerle beni anlamaya çalışan eşim hiçbir şey anlamadan uykuya tekrar dalıyor.

Oğlum ile ilk iletişimin böyle başlıyor. Doğuma birkaç ay kala aynı çocuğu rüyamda tekrar görüyorum. “sıkılma işlerin düzelecek baba” diyor.

Hayatım boyunca Doğuşhan adını hiç duymadım hiç bir çocuk da bu ismi görmedim. Benzer isimler vardı ama Doğuşhan yoktu. İşte benim bu gün Üniversitede okuyan oğlum kendi adını kendi vererek dünyaya gelmişti.

Aramızdaki bu güzel iletişim her zaman sürdü. Birbirimizi konuşmadan bile hisseder olduk.

Ben bu kadar şanslı iken bazı ailelerin şansızlığı iletişimsizlikle başladığını otizm’i duyduğumda öğrendim.

Otizm; daha anne karnında başladığını editörlüğünü yaptığım kitaplardan öğrenmiştim. Otizm’in en önemli semptomunun çocukların konuşmaya başlamaması veya birkaç kelime ile sınırlı kalması olduğunu da yine bu kitaplardan öğrenmiştim.

Benim oğlum daha doğmadan ana karnındayken benimle iletişime geçerken bir başkasının çocuğunun doğduktan sonra bile ailesi ve çevresi ile iletişime geçmemesi ailesi için zor olsa gerek.

Uluslararası istatiksel araştırmalara göre her 10.000 çocuktan 5’inde erken çocukluk çagı otizmi görülmektedir. Tüm otizm spektrumu dikkate alındığında bu oran 10.000’de 2’e kadar ulaşmaktadır.” (1)

Görüldüğü gibi toplum da otizm’li insan sayısı küçümsenemeyecek kadar çok. Peki Benim Oğlum Doğuşhan’dan bu çocukların farkı nedir?

Bana göre bir baba olarak hiçbir farkı yoktur. Baba/anne olmak karşılıksız sevmek, dünyaya getirdiğiniz yavru için canınızı bile verebileceğiniz bir duygudur. Öyle ise her çocuk baba/anne için aynıdır, fark yoktur.

Hepimiz baba/anne olduğumuzu yada olmak için aday olduğumuzu düşünürsek toplum içinde uygulama da neden çocukları kategorize ederiz.

Otizm’li ailelerin istedikleri çok şey değil. Çocuklarının toplum içinde ayrıştırılmadan kabul görüp bir birey olarak yetişmesidir.

Kendi çocuğumuz otizmli olmayabilir lakin bir an için kendi çocuğumuzun otizmli olduğunu düşünürsek çocuklar arasında ayırım yapmadığımızı görürüz. Ve bu bilinci toplumun her kesimine yayabilirsek otizmli çocuk sahibi ailelerin istediği çocuklarının toplumun bir parçası olması isteğinin gerçekleştiğini görürüz.

Toplum içerisinde yaşamda çocuk sevgisi önemlidir.

Hayatınıza bir bebek girdiğin de eski hayatınız yoktur artık. Sizin ve ailenizin temel uğraş haline gelen bu küçük varlık ile sizin var olan alışkanlıklarınızı da değiştirmeye başlayacaktır.

İşte içinizde olan bu sevgiyi sadece kendi çocuğunuza değil toplumun tümüne verin. Hayat hepimiz için daha güzel olacaktır.

İnsanı insan olduğu için sev.

 

 

Fedai Çakır

İstanbul, 28 Mart 2014

Kaynakça: 1- Neşe Balcı Altın, Otizm işitsel Entegrasyon, sf. 13

 

SİZ HİÇ ÇALIŞAN ERKEK OLDUNUZ MU?

e1fa67_a93621dc99d644dbb9f728498b06dae6

Siz hiç çalışan Erkek oldunuz mu?  Hele bir de çocuklu çalışan erkek oldunuz mu?

Bir evde aşağıda ki işleri biz erkekler yaparız.

Sabah okula gidecek çocukları kalkıp okula hazırlayıp karınlarını doyuran erkektir,

Çamaşırları renkli, beyaz diye ayırtıp çamaşır makinesine doldurup yıkayan da biz erkekleriz,

Yemek yapmak için Pazar alışverişini de biz erkekler yaparız,

Yetmez eve koşup yemeklik malzemeleri toparlar yemekleri yaparız,

Sofrayı toplar, bulaşıkları bulaşık makinesine tek tek yerleştiririz,

Koşup çamaşır makinesinden çamaşırları çıkartır asarız,

Bulaşık makinesinden teker teker çıkarılan temiz çatal kaşık, tabak silip yerleştirme işi de biz erkelerindir,

Kuruyan çamaşırları toplayıp ütüleyip dolaplara yerleştirmede biz erkeklerin işidir,

Çocukların bir bir sorunlarını dinleyip çözüm bulmak da biz erkelerin işidir,

Gece geç saatte yatak da bekleyen kadının zevkine cevap verecek sevişecek olan da biz erkeklerdir.

Hiçbir şey olmamış gibi bakımlı dinç olarak iş yerinin kapısından topuklu ayakkabılarla girip bütün gün çalışıp evin ekonomisini de katkıda bulunan evin bütçesini ucu ucuna tutmasını sağlayan da biz erkekleriz.

Ben de olmadım, zaten doğam gereği olamam da ben aynanın diğer yanındayım, dünyaya şanslı gelen Kadınlar grubundayım.

Offf ter içinde kalmışım kabusmuş…

Evdekilerin götünü başını dağınıklığını toparlamadan, komple ev temizliğine girişmeden uyandım ya.. Oh be…

Erkek olmak meğer ne zor işmiş.

Çay ile şeker karışınca birbirine, sadece şeker değildir eriyen…

Çayında kıvamı daha yoğunlaşır… Sevgi de böyledir işte ne kadar karışırsa o kadar tatlı olur işte…

Çaylar benden kadınım, bir gün değil 365 gün senin olsun…

 

Fedai Çakır

5 Mart 2014, İstanbul.