Etiket arşivi: fedai çakır

KENDİNİ KEŞFET

e1fa67_b0f6a19e69574f92a4ff5a9c2d01f184

Ne zordur beğenilmek milyarlarca insanın için de tercih edilen olmak.

Şehir efsanesi midir bilinmez “herkesin bir ruh eşi vardır” mısraları. Var ise hepimiz bu Ruh Eşimizi arıyoruz demek ki hayatta. Bulanlarımız var, bulduğunu sananlarımız, bulmaya çalışanlarımız.

Peki tercih edilmenin nedenleri neler…

Güzel/yakışıklı olmak…

Paralı/maddi durumu iyi olmak…

Genç/bakire olmak…

Orta yaş da/tecrübeli olmak

Ev/arsa vs sahibi olmak…

Devlet memuru/iyi firmada çalışıyor olmak…

Güvenilir/sadık olmak…

Anne/babanın onayladığı olmak…

El’e/komşulara karşı kabuk görmüş olmak…

Daha da sayabileceğim bir çok nedenler var bir kişi için tercih nedeni olabilmeye. Peki ya kendin olmak.

Kendin olmak yeterli değil mi ki tercih edilen olmak için. Çoğu zaman yeterli değil olmalı ki insanlar ikinci yüzlerini kuşanıyorlar ilişkiler de.

Peki hedefe giden yolda her şey mubah mı? Mubah olmalı ki ikinci yüz iş görür oluyor ilişkilerde

Karmaşık bir yazı oldu lakin tek bildiğim ister kadın olun ister erkek, milyarlarca insan içinden sizi tercih eden birisi olsun istiyorsunuz. Sorun tercih edenin şartlarının sizin de onu tercih etmenize engel olması.

Belki de milyonlarca yalnız insanların yalnız kalma nedeni çok fazla şartlara bakmak hayatın verdiği işaretleri yeterince doğru okuyamamaktır.

Belki de sorun kendimizde ve bakış açımız da. Ne demiş Carl Jung:

“Kendi kalbine bakamayanın yaşamı bulanıktır.

Dışarıya bakan rüya görür, hayal dünyasında kaybolur;

İçeriye bakan uyanır, kendini keşfeder.”

Kendimi keşfettiğim de çok geç kalmış insanlardan olabilirim lakin bundan sonra ki yaşamı mı, keşfimi tamamlayarak yaşayanlardan olabilirim.

Kendini Keşfet.

 

Fedai Çakır

23 Kasım 2014, İstanbul

 

 

 

 

 

HAKARET ETMEDEN BİR KERE DAHA DÜŞÜN EY CAHİL

e1fa67_874f7358625646e6b0d038eb98412de1

Siyasi konulara ve manevi değerlere dokunan yazılar yazmaya çalışınca düğüm olup kalıyorum. Nedendir çözemedim ama kelimelerim eksik mısralar tamamlanmıyor. Biraz yazmış olsam bile makale son bulmuyor. Yazıp ta tamamlayamadığım bir çok konu ve yazım var kenara atılmış.

Ölümünden 91 yıl sonra Mustafa Kemal Atatürk, hiç olmadığı kadar hakarete ve küfüre maruz kalışını yazayım dedim olmadı yazamadım. Yazarken yazmak istediklerimi düşündükçe öfkelendim öfkemi kontrol edemediğim için yazamadım.

Ne yaptın da bu kindar nesil sana ve silah arkadaşlarına bu kadar küfür ediyor deyip sinirimi alamadım yazmadım.

Vatan haini olduğu tescilli olan, kurtuluş savaşı vermiş millete silah çeken, mermi sıkan herkesi kahraman yapan bu kindar nesil seni ve arkadaşlarını da vatan haini ilan etti deyip öfkemden yazamadım.

Senin bu vatanı emanet ettiğin gençliğe ne oldu neden senin yaptıklarını okumaz da sadece sosyal medyada ki yalan yanlış bilgilere itibar eder diye sinirlendim yine yazamadım.

Atatürk’e ve silah arkadaşlarına küfür etmek, hakaret etmek her yerde pirim yapar iş, aş kapısı olmuş dedim yine yazamadım.

Anlayacağın Atam sen vatan haini olmuşsun.

Klişe laflar edip de kendimi kandırmayacağım, atam ölmez ışığı her yerde aydınlanır falan demiyeceğim. Atam sen ölmüşsün de ağlayan yok, cenazeni kaldıranın da yok.

Atam sen ne ettin de vatan haini oldun.

Olsun be Atam onların kahramanı olmaktan ise senin gibi vatan haini olurum.

Son olarak Bilmeyenler için ATATÜRK KİMDİR?

Prof. Dr. İlknur Güntürkün KALIPÇI nın yazısından bir bölümü sizlerle paylaşmak isterim.

ATATÜRK KİMDİR?
Yıl 1976 UNESCO, üyelerine bir öneriyle gelir. Öneri paketindeki bir cümleyi sizlere okumak istiyorum.

Diyor ki “Bu gün UNESCO’nun üzerinde çalıştığı bütün projelerin isim babası Mustafa Kemal’dir.”
öneri nedir?
Öneri ise onun doğumunun yüzüncü yılında, 152 üyesi vardı, UNESCO’nun 152 ülkenin devletleri ayni anda kutlasın önerisidir.
Birden İsveç delegesi ayağa kalkar ve şöyle söyler:
“Ne yani dünyada bu kadar devlet adamı var hepsinin doğum gününü böyle kutlayacak mıyız?” şeklindeki kinayeli sözlerine, Rus delegesi ayağa fırlar yumruğunu masaya vurur, ve 152 ülkenin delegelerine aynen şöyle söyler; “Genç delege arkadaşım hatırlatmak isterim ki ATATÜRK öyle dünyadaki herhangi bir lider değildir, bırakın onu bir yıl anmayı her ülke her problemimizde çare olarak aramalıyız”

Sonra ne mi olur?

Önerinin görülüp imzalandığı gün muhalif olan “ne yani” diyen. İşte o İsveç delegesi mikrofona gelir ve aynen şunları söyler;

“Ben ATATÜRK‘ü inceledim bütün ülkelerden özür diliyor ilk imzayı ben atıyorum” diyecektir.

UNESCO tarihinde ilk kez hemfikir olarak 152 ülke oy birliği ile şu metne imza atar;
ATATÜRK KİMDİR;

ATATÜRK ULUSLARARASI ANLAYIŞ, İŞBİRLİĞİ, BARIS YOLUNDA ÇABA GÖSTERMİŞ ÜSTÜN KİŞİ, OLAĞANÜSTÜ DEVRİMLER GERÇEKLEŞTİRMİŞ BİR İNKİLAPÇI, SÖMÜRGECİLİK VE YAYILMACILIĞA KARŞI SAVAŞAN İLK ÖNDER, İNSAN HAKLARINA SAYGILI, DÜNYA BARIŞININ ÖNCÜSÜ, BÜTÜN YAŞAMI BOYUNCA İNSANLAR ARASINDA RENK, DİL, DİN, IRK AYIRIMI GÖSTERMEYEN, EŞİ OLMAYAN DEVLET ADAMI, TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN KURUCUSU

 

Fedai Çakır

10 Kasım 2014, İstanbul

MÜMİNLERİ TAŞIMALI SİSTEM

e1fa67_dd5745af8f6c4a4da1519480331d9988

İstanbul’da doğup büyümeme rağmen babamın bir ara iş için ABD’ye gitmesiyle annem bizleri toplayıp köye götürmüştü.

Dört kardeş artık köyde yaşayacaktık. Sonbahar gelip de okullar açılınca ben de artık köy okuluna kayıt olacaktım. İlk okul 2. sınıfı köy okulunda okumaya başladım.

Okulla ilgili hatırlayabildiğim bir kaç anım kalmış aklımın bir yerlerin de. Yanımda ki sınıf arkadaşımın Halil olduğu ve lakabının Patates olduğu, İki gün de bir okula giderken okul çantamın dışında bir dal odun da okula götürdüğüm ve iki sınıflı küçük okulda aynı sınıfta üst sınıflarla aynı anda ders işlediğimiz. Bir de sınıfın en tembeli olduğum.

O dönemlerle ilgili sosyal yaşam ile aklımda kalan birkaç şey de her köyde sağlık ocağı ve bir ebenin olduğu, her okulda en az iki öğretmen olduğudur. Bu okumuş insanlara köylüler adeta taparcasına saygı duyarlardı. Bu insanlar ülkenin değişik şehirlerinden köylere atanır ve kendi kültürlerini de yanlarında ülkenin her yerine taşırlardı. Bilgi ve insanlık bu insanlar ile şehir şehir dolaşırdı adeta.

Önce sağlık ocakları kapandı köylerde, sonrasında masraflı oluyor diye okullar kapandı ve örgenciler devlet tarafından ücretsiz merkezlere taşındı. Bunun adına da taşımacılık sistemi dediler. Sosyal hayat bitti ama devlet bu işten gerçekten de tasarruf etti. Üç beş örgenci için köylere öğretmen atamanın ne anlamı vardı ki.

Geçenlerde bir aya yakın köyüme gittim biraz bedenimi biraz da ruhumu dinlendirdim. Köyümüzde hasta olan bir teyzenin vefatıyla da köyümüze yeni açılan üçüncü camisinde de cenaze namazına da katıldım. Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun, geride kalan yakınlarını da sabırlar dilerim.

Yaklaşık 180 hane olan benim köyüm de yaz ayların da 50 hane de, kış ayların da ise 5-10 hane de yaşam vardır.

Köyün en eski camisi Gran camisidir. Sonra Aycılı mahallesi kendilerine köyün aşağısına bir cami yaptı böylece köyün iki camisi oldu. Bu sene Seydili mahallesi de bir cami yapmış ve devlete müracaat etmiş imam ataması için. İmam daha atanmamış ama atanması yakın elbette.

Peki bu camileri dolduracak mümin var mı? Yok elbette, bayram dan bayrama %40-50 doluluk oranına ulaşıyor, oda uzun bayram tatili olur ve benim gibi gurbette yaşayanlar da köye akın eder ise.

Ortalama bir imam; maaşı, sigortası ve diğer maliyetleri ile devlete maliyeti 4 bin TL buluyor olmalı. Bizim köy için bu maliyet 12 bin TL olduğunu düşünürsek oldukça yüksek bir maliyet.

Bu maliyet için bir önerim var benim. Tasarruf etme adına müminleri köylerden taşımacılık sistemini öneriyorum. Ezanlar ortak bir yerden okunmaya başlamış zaten.

Din ve şekilcilik olunca olur mu öyle şey dediğinizi duyar gibiyim. Bana göre olur da sizlere göre olmaz. Ben yine de “müminleri taşıma” sistemini öneriyorum.

Bir küçük anekdotu da sizlerle paylaşayım. Benim adımı rahmetli babaannem koymuş. Köyümüze öğretmen olarak atanan İstanbullu asker bir avukat gelmiş. Askerliğini öğretmen olarak bizim köyümüz de yapmış. Köylü o kadar çok sevmiş ki bu adamı o sıra da ben doğmuşum. Ve benim adımı işte bu asker öğretmenin adını vermişler.

Fedai Çakır

27 Ekim 2014, İstanbul

MEHMET PİŞKİN ( BU BİR İNTİHAR YAZISI)

e1fa67_f61624939560407b98a7f29ca38f57d7

Aslında Videoyu ilk izleyenlerdenim. Ve ilk tepkim soy adı gibi çok da pişkin pişkin konuşuyor oldu. Lakin sonrasın da gerçekten intihar ettiğini duyunca anlamsızca bir his kapladı içimi.

Ateş için de gece yatağımda yatıyor iken gelen bir mesaj ile çok sevdiğim bir arkadaşımın Mehmet Pişkin’i izledin mi “…video aklımdan çıkmıyor bende onun gibi olmak istiyorum” demesini ateş içinde kısa bir cevap ile geçiştiriyorum. Birkaç mesaj da ise, daha önce bu arkadaşımın intihar girişiminin de olduğunu da o gece öğrenmiş oluyorum. Uzatmayayım kendi hastalığımı unutup onun için telaşlanıyorum. Yüksek ateşin vermiş olduğu etki ve yaşananlarla o geceyi kabus görerek sabah ediyorum.

Sosyal Medyanın etkilerini Arap baharında çok güzel gördük, toplumlar sokaklara dökülmüş bir çok iktidar yıkılmış yerine yeni iktidarlar kurulmuştu. Acaba bu video ile Mehmet Pişkin gibi intihar eden ve yayınlayanlar çıkar mı? Sorusunu kendime sormadan edemedim.

Hangimiz bunaldığımız da İntihar etmeyi hayatım son bulsun demedik ki. Öz eleştir de bulunmak gerekir ise benimde düşündüğüm zamanlar olmuştur.

Peki bu kadar İntiharı düşünen insan var iken İntihar olaylarının da çok olmamasının nedeni nedir?.

Yaşamak için bir nedenimiz her daim vardır.

Bazılarımız dine sarılır yaşamak için bahaneler uydurur, bazılarımız aile için yaşamalıyız demekteyiz, bazılarımız bir sevgili için yaşamalıyım demekteyiz, v.s Ama asıl intihar etmeme nedenimiz ise can tatlıdır o can’a son vermeye g…müz yemez.

G.. yemeyince de İntihar eden biri bazılarımız için de kahraman oluverir birden. Çünkü o yapmayı başarmıştır. Mehmet Pişkin işte bu tip düşünen bir çok kişi tarafından kahraman olmuştur. Korkarım peşinden bir düzüne daha İntihar eden çıkacaktır. Sonra mı? Her zaman ki gibi sıradanlaşacak ve sıradan olan şeyleri insanlar takip etmeyi bırakacaktır. Bu sayfa da burada kapanacaktır.

Ne güzel demiş Mevlana:

“Balığa, denizden başkası azaptır” İnsana da Dünyadan başkası azaptır.

 

Fedai Çakır

İstanbul, 20 Ekim 2014

SAKALIMDAKİ BEYAZ OLARAK YAZDIM “YÜREĞİME SENİ”

10604670_928422440514325_951723411738047221_o

Uzun zamandır üşengeçlikten dolayı sakal bırakmış bulunmaktayım. Bazen aynaya baktım mı zannederim ki kendimi Muhteşem Süleyman bazen de bakarım ki aynaya Hacı Cav Cav.

Bu sakalı kestirmeye gittiğim de yıllardır beni traş eden berberim ya hadi köye gidiyorsun yakışmış sakal ayar çekim de dursun gelince keseriz dedi.

Neyse ayarlanmış sakal ile geldim köye. Köy dedimse her gün yeni bir fıkraya malzeme olacak konuların yaşadığı Karadeniz köyü buraları.

Uçak otobüs derken kasabaya ulaştım. Ha 1984 yılında ilçe oldu ama benim için hala kasaba resmiyette ilçe olması gerçekte kasaba olarak kalmışlığını değiştirmiyor. Gündüz ışığı ile köye çıkıp bir an önce evin temizliğini yapıp yerleşme telaşındayım. Köye giden ilk minibüse bindim.

Minibüste beni sakallarımdan dolayı tanımayan köylülerime köye atanan yeni imam odlumu söyleyip sonrasında baktım ki inananlar var gerçeği açıklayarak köye vardı.

Köyde de benim bu sakal muhabbetim bir türlü bitmedi. Erkek muhabbetlerin de sadece pamuk işine bakan imam olduğum gibi geyik muhabbetler aldı başını gitti.

Bayram ile köye gurbetten akın akın kuzenlerim ve akrabalarım gelecek onların gelişiyle şenlenecek olan köyümüz benim için ayrı bir güzellik de olacak.

Köye erken gelmenin keyfi ile köyde son kale olarak kalan iki amcamla bol bol sohbet etme imkanı buluyorum. Küçük amcam bağırsak ve ciğer kanserini yenmiş ama zaman zaman mücadelesi devam etmektedir. Lakin büyük amcam adını Bayramlardan alan amcam Bayram amcam bu güne kadar pek hastalıkla mücadele etmemiş biri.

Evden çıkıp ağaçlarla kaplı yoldan aşasıya doğru süzülüyorum. Önümde zar zor yürüyen dört ihtiyar biri benim Mustafa amcam diğeri ise Ayşe Halam, yanlarında da köyden iki ihtiyar. Onlara yetişiyorum. Hayırdır diyorum Mezarlık ziyaretine gidiyorlarmış. Aslında Bayram için de mezarlıkları temizleyecekler. Kimisi babasının, annesinin mezarlığını kimisi kardeşlerinin mezarlığını. Yanlarından uzaklaşıp Mezarlığın hemen altında ki Bayram amcamın kapısından hooop (bizde kapı çalmadan çok hop der bağırır eve dalarsın evler zaten kilitlenmez) diyerek bağırıp içeri daldım.

Bayram açmam ile yengem kuzinenin başında oturuyorlar yeni yemek yemişler. Bana aç olup olmadığımı sordular sonrasında öğreniyorum ki Amcam hastaneden yeni eve girmiş.

Yeğen diyerek başlıyor sözlerine “bu gün 5 tane serum yedim 2 si kocamandı diğer ikisi  ise nispeten daha ufak dı. Kan da bir şeyler düşmüş dediler bastılar serumu bana bu gün…”

 Bana tahlilleri gösteriyor.

“… ben anlamıyorum ne düşmüş ama öyle dediler…”

Elimde tahlillere bakıyorum. Gözlerim deki anlama yok oluyor anlamsızlaşıyor o an her şey benim için. Amcam ise bana sataşmaya başlıyor.

“… ne o sakallar öyle, kes heri onları…” gülüyorum gözlerine bakarak. Çakmak çakmak çakır gözleri vardır amcamın.

Kafasından bir tutam saçı pat diye alıp masanın üstüne koyuyor.

“… benim yediğim iğnelerden sana da vursak senin sakallarda dökülür bak benim saçlar gibi..”

Ah be amcam kimse sana kemoterapi gördüğünü söyleyemiyor. Zoraki bir kahkaha atıyorum. Bahane yaratıp evden çıkıyorum.

Ah be sakallarım alacağınız olsun, ben de sizi kesmez miyim…

 

Fedai Çakır

3 Eylül 2014, Giresun