BİR MUTLU ÜLKE MASALI:

e1fa67_9d855dedec0947dcb4eebad2edc8a06d

Bir Daha Dünyaya Gelirsem Çok Ama Çok Çocuğum Olsun İstiyorum…

Üç tarafı denizlerle çevrili, coğrafya olarak çok güzel bir ülke kuran insanlar topluluğu varmış bir zamanlar… Güzelliği aslında coğrafyasından çok, kahraman insanlarla dolu olmasındanmış…

Yoktan var edilen bu ülkenin çok ama çookkk eskilerden bu yana çookkk düşmanı varmış. Bu düşmanlar bu ülkeyi yıkmak için her türlü yolu deniyor; top, tüfekle alamadıkları bu ülkeyi içten hainlerle yıkmaya çalışıyorlarmış…

Gel zaman git zaman, ülkede her türlü entrika çevrilmiş ama ülkeyi yıkmayı başaramamışlar. Her masalın sonunun güzel biteceğine inanan bu güzel insanlar topluluğu bu masalın da öyle biteceğini sanıyorlarmış…

Ülkenin içinde, eskiden olduğu gibi krallar, padişahlar hüküm sürmüyormuş ama, sözde halkın seçtiği insanlar bu güzel insanları yönetiyormuş. Demokrasi denen bu yönetim şeklinde her dönemde mağdur olan, adaletsizliğe uğrayan güzel insanlar oluyormuş elbette…

Bir gün biri çıkmış, bir şiir okumuş, bu ülkeyi yönetenler de, daha önce yaptıkları gibi, bu kişiyi de hemen içeriye tıkıvermişler.

Bu güzel ülkede yaşayan güzel insanlar yufka yürekli, şefkatli insanlarmış… Biraz şiir okuyana acıma duygusuyla, biraz da hapse attıranlara kızgınlıkla şiir okuyanı başlarına geçirmişler…

Şiir okuyan adam uzun süre bu ülkeyi yönetmiş… Güzel işler yaptığını söyleyip oy veren bu güzel insanlar; ülkenin tüm mal varlığının satılmasını, yine eskiden olduğu gibi adaletsizlikten cezalandırılan insanları unutup mutlu mesut yaşamaya devam etmişler…

Şiir okuyan adam unutmuş bu güzel ülkenin insanlarının, onun şiir okudu diye içeriye girmesinden dolayı çok üzüldüğünü… Adaletsizliğin, haksızlığa uğramanın ne demek olduğunu… Unutmuş adaletin sağlanmasından kendisinin sorumlu olduğunu…

Bu güzel ülkenin güzel insanları, yaratılan şişirilmiş ekonomiyle bolluk içinde, devlet eliyle verilen sadakalarla şen şakrak yaşarken ülkelerine göz diken düşmanlarının emellerini unutmuşlar, ne kadar değerli bir coğrafyada olduklarının farkına bile varmaz olmuşlar…

Düşmanlar daha önce de olduğu gibi ülkelerinde dil, din, ırk, mezhep vs. kötü tohumları ekmeye başlamışlar. Kanlar akmaya başlamış…

Masal bu ya,  bu olayları görmeyen güzel ülkenin güzel insanları,  komşu ülkelerin bu ve buna benzer oyunlarla birer birer yıkıldığını da görmezden gelmiş…

Demokrasi, insan hakları kılıflarıyla ülkeleri zayıflatıp halkı birbirine düşüren bu düşman tohumlarının kendi ülkelerinde yeşerdiğini de görmeyen güzel ülkenin güzel insanları yaklaşan sonu fark edecek mi, diye bekleyen bir masalcı amca varmış…

Masalcı amca gelecekteki kötü günleri fark ediyormuş. Eşine, “Gel hanım, çok ama çok çocuk yapalım,” demiş. “Çocuklarımızın isimlerini biliyorum,” demiş. “İlk oğlumuzun adını Mustafa Kemal koyalım, ikinci oğlumuzun adını İsmet; kızımız olursa Halide Edip koyalım, ha aşkım Fevzi ile Kazım’ı sakın unutmayalım.”

Masalcı amcanın eşinden not: “Bey, koyulacak çok isim var; ben hepsini doğuramam, doğursam da yetişmeleri zaman alır. Sen ocaktaki yemeğe bak, ben komşu kadınları örgütlemeye gidiyorum…”

 

Fedai Çakır

25 Ağustos 2012, İstanbul

Bir Hafta Sonu Yazısı

e1fa67_0762f1e91cea4399a35c9cc6a9807f8f

Hani arada kaçmak ister insan…

Nefes alamadığını hisseder yaşadığı yerde.

İşte öyle bir günde, sevgili dostum Haydar Dulkadiroğlu’nu aradım.

Bu hafta sonu, yine ortak arkadaşımız olan Tahsin Usta’nın açtığı mekâna gidelim dedik.

Hemen organizasyona başladık. Önce ikimiz gitmeyi planlarken oğullarımız ve ağabeyim Yalçın da bize katılınca olduk 5 kişi. Fatih Sultan Köprüsü’nü aşmamız gerekiyor mekâna varmak için…  Köprü trafiği insanları hayatından bezdirmiş, dedik ki sabah 4’te çıkalım yola.

Sabah 5.30’da Şile, Karaburun denen harika bir yere ulaştık. Orman – deniz bir arada.
Önce fenerin orada kahvaltı yaptık.
Çok güzel bir yer ve müthiş bir manzara.
Sonra yüzecek bir yer aradık. Genelde kayalık olan bu sahilde ufak da olsa bizden başka kimsenin olmadığı bir koy bulduk. Kıyı, kayalık da olsa deniz kum ve yüzmeye elverişli.
Yüzmeye başladım. Orada ilk dikkatimi çeken denizin, özellikle insan atıklarıyla dolu olması oldu. Buraya nasıl gelmiş dercesine hayret verici.

 

Öğleye doğru yemek molası ve sevgili Haydar’ın ısrarıyla güneşin altında geçen zaman.
Akşam kampa geri dönüş.
Kampı, orman işletmeden alan ve şu âna kadar bayağı yüklü bir yatırım yapan sevgili Tahsin Usta da bize katıldı.
Mangal ve geç saate kadar süren sohbetlerden sonra yatma zamanı…
Ben ve Haydar çadırda kalmayı tercih ederken ağabeyim ise odada kalmayı seçti.
Anlayacağınız konaklama seçenekleri bulunmakta.

Sabah ağabeyim güzel bir kahvaltı sofrası hazırlamıştı.
Kahvaltıdan sonra Tahsin Usta bizi gezmeye kampın sahiline götürdü ve yapacağı projeleri anlattı:
Deniz suyunu kullanarak yapacağı havuzun, yeri planlandığı gibi olursa sanki denizin üzerindeymiş gibi bir his vereceği ortadaydı. Daha birçok bungalow ev yapacağını, önümüzdeki yıllarda birçok konaklama seçeneğinin de olacağını anlatırken yaşadığı heyecanı biz de onunla paylaştık. Sonra konu çevre kirliliğine geldi.
Tahsin başkan (Başkan diyorum, Tahsin Usta iyi bir sivil toplum gönüllüsüdür.
Birçok sivil toplum kuruluşunda başkanlık ve yönetiminde bulunmuştur) bize sahili gezdirdi.

Neler yok ki denizde ve sahilde: Başta pet su şişeleri, plastik poşetler, araba lastikleri, terlik ve ayakkabılar, koltuk, plastik bidonlar, araba tamponu, tüp; evet yanlış okumadınız bildiğiniz tüp, minder v.s.

Halen Trabzon Dernekler Federasyonu Başkanı olan Haydar Dulkadiroğlu resimledi, biz de inceledik.

Bunları o sessiz sahilde görünce ve bunları atanların insan olduğunu düşündükçe insanlığımdan utandım. İnsan olmaktan utandım.

Kutsal kitaplarda bahsi geçen kıyamet günü, işte insanın kendi eliyle hazırladığı kıyamet, bu kirlilikle başlıyor sanırım.  Doğayı yok edersek bir gün torunlarımız yaşayacak yer bulamayacak.
İçecek su, soluyacak havaya hasret kalacak. İşte kıyamet o zaman kopacak…

Yazıklar olsun insanlığa…

Yazarın notu: Sevgili Tahsin Usta önderliğinde, sivil toplum örgütleri o bölgede sahil temizleme için bir çalışma yapacak. Ben de katılacağım. Daha önce sevgili Haydar Dulkadiroğlu buna benzer bir organizasyon yapmış ve bayağı çöp topladıklarını anlatmıştı. Tabii ki bu çalışmalar güzel şeyler ama önce pisletmemeyi öğrenmeliyiz.

Tahsin Usta’nın işlettiği Karadeniz Parkı’na gitmek isteyenler için www.silekaraburun.com ziyaret etmelerini öneririm. Memnun kalarak huzurlu bir gün geçireceğinize inanıyorum.

Fedai Çakır

30 Temmuz 2012, İstanbul

 

ŞEHİT OLDU DİYE ACIMIZI HAFİFLETMEYE KALKMAYALIM

e1fa67_1c8994cf1f934980a8c9b5ce18d95e0a

Şehit haberleri izlemeye yüreğim dayanmadığından artık izlemez oldum.

Ancak yine de uzaktan bakıp duyarsız kalamazdım.

Cenazelere baktım; binlerce insan alanları doldurmuş.

CHP ya da MHP, mitinglerinde bu kadar insan toplayamıyor.

Hatta AKP de toplayamıyor.

Peki, bu kadar insan şehitler için toplanabiliyor da neden siyasilere bir baskı gelmiyor ya da şöyle sorayım bu siyasiler bu toplanan kalabalığı hiç mi tınlamıyor?

Ben anlamıyorum, anlayan bana da anlatsın…

Bir toplumda yaşananları çabucak unutma hastalığı varsa siyasilerin de bu kalabalıktan etkilenmeyeceği aşikâr…

Nasılsa yarına unuturlar, der ve kendilerini baskı altında hissetmezler.

Ne oluyor toplumumuza? …

Hatırlarsanız, bugün meydanlarda toplanan insanların yarısı bile toplansa hükümetler devrilir, seçimler kaybederdi bu ülkede.

Doğrusu da bu olmalı zaten. Siyasiler toplumdan korkmalı, onların tepkisine kayıtsız kalmamalılar.

Neden peki, böyle olaylarda meydanlar doluyor da, siyasilere baskı yapamıyoruz; sorunu kökünden çözemiyoruz?

Ben anlamıyorum anlayan varsa anlatsın…

“Sokağın sesi” diye bir tabir vardı bir zamanlar, sokağın sesi “boş teneke” oldu… Sandıkta kendini belli etmeyen sokaklar, siyasilerin oyun oynadığı arka bahçeye dönüşmüş.

Ölen öldüğüyle kalıyor her zaman olduğu gibi…

Bir ülkede hayat bu kadar ucuz olmamalı ya da şehit oldu diye acımızı hafifletmeye de kalkmayalım.

Pisipisine ölen çocuklar

Benim acım böyle hafiflemiyor. Ben artık şehitlik mertebesi istemiyorum, akan bu kanın son bulmasını istiyorum.

Marlo Morgan ne güzel demiş: “Gerçek gerçektir. Sen birinin canını acıtırsan, kendi canını acıtırsın. Birine yardım edersen, kendine yardım edersin. Kan ve kemik bütün insanlarda bulunur. Farklı olan yürek ve niyettir…
Fedai Çakır

21 Haziran 2012, istanbul

ARTIK YAŞAMAKTAN DAHA KOLAY ÖLÜNÜYOR

pariskahveleratlasi_kapak.indd

Uğur Kökden’in. Paris Kahveler Atlası (Kavis Kitap. s. 15) kitabından alıntıdır bu sözler…

Uğur ağabeyin bu sözleri kullandığı metin çarpıcı bir olayı anlatmakta… O olaya yer vermeden önce bu derin sözlerin aynı zamanda bugün geldiğimiz noktada da ne kadar anlamlı olduğunu görelim…

“Artık yaşamaktan daha kolay ölünüyor.” Sıradanlaşmıştır ölümler,

Kırmızı ışıkta geçen alkollü bir sürücü hayatınızı elinizden alabilir, Buzlanmış kaldırımda ayağınız kayabilir beyin kanamasından ölebilirsiniz, Kızılay’ın verdiği kandan AIDS kapıp ölüm yolculuğuna çıkabilirsiniz, Kendi düğününde vurulan gelinler, balkonda otururken ölen çocuklar, molotof kokteyl denen ölüm kokteyli ile can veren öğrenciler…

Bunlar nedensiz, pisi pisine yok olan hayatlara verilebilecek birkaç örnek. Bir de polis, asker, savcı olduğu için ölümle yaşayanlar var.

En acılarından biri de, töre diye yok olan hayatlar…

Bir de ucuz hayatlar vardır, ölenlerin hayatları ucuz manasında demiyorum; devletin ucuz harcadığı hayatlar…

Gerçekten de, “Artık yaşamaktan daha kolay ölünüyor…”

Ölenle ölünmez deriz ve ölümleri çabucak unuturuz… Dün Ermeni tasarısını kabul eden Fransa’ya karşı atıp tutanlar yok oldu birden, her konuda olduğu gibi bu da unutulanların arasında yer alacak muhtemelen.

Başbakan’ın koz olarak kullandığı Cezayir’in bağımsızlığı için Cezayir’de akan kan Cezayirlilerindi. Ama bir de tam 50 yıl önce, 9 Şubat 1962’de, Fransa’da Cezayir’in kurtuluşu için yapılan gösteriler vardı. Bu gösterilerde Fransız polisi kendi halkını yetişkin, çocuk dememiş katletmişti.

Ünlü yazar Uğur Kökden, o günleri durmaksızın acıya boğan Cezayir Kurtuluş Savaşı ve bir de, bilinmeyeni ağır basan Küba Bunalımı’nı,  tanıklıklarını, “Paris Kahveler Atlası”nda yazmış.

Uğur Kökden 9 Şubat 1962’yi şöyle anlatıyor:

“Dün akşam büyük bir kitle gösterisi vardı. Cezayir’e bağımsızlık verilmesini isteyenler tarafından düzenlenmişti. En azından altmış bin kişi, bugünkü gazetelerin verdiği rakamlara göre.

Ne yazık ki, polis üçü kadın sekiz göstericiyi öldürdü. Biri, yirmi yaşında genç bir kız: öbürü, on beş yaşında bir çocuk. Bu arada, iki yüz altmış da yaralı var.

Artık yaşamaktan daha kolay ölünüyor.

Charonne metrosu olayları, Cezayir’in bağımsızlığı için düzenlenen miting ve bu mitingin ölüleri sözgelimi. Polisle içeriden demir kapısı çekilmiş metro girişi arasında sıkışarak coplanan, ezilen ve ölenler… Kadınlar, çocuklar.

OAS’ın terörü! Bireylere yönelik bombalamalar.

Matematik Profesörü Schwartz’ın çocuğunun kaçırılması. Ayrıca, geçen ilkyazda iki yetişmiş oğlunu yitiren ünlü romancı – o sırada General Charles de Gaulle’ün Kültür Bakanı – André Malraux’un oğlunu hedef alan bombalama!

Bakan’ın Boulogne Ormanı’ndaki evinde patlayan o plastik bomba, yazık ki, masum küçük bir kız çocuğunun gözlerine mal oldu.”

Unutma, unutturma…

Siyah atlar ölür

al atlar ölür

Cezayir’de atlar ölür

Aşkları unutsak yeridir!

Sonra, Nâzım Hikmeti andıran kimi bölümler:

 

Cezayir’de atların

gördüğünü kimse görmedi

kimse bu ölümlerle

Cezayir’li gibi

ve Cezayir’li kadar

ölmedi

Ama, Cezayir yaşıyor!”

(Sezai Karakoç)

 

Fedai Çakır, İstanbul

 

Ünlü Çocukların Ünsüz Babası: MUĞLA

e1fa67_f0bec04480f846e59949f047f5c7b8b3

Bazı iller vardır ilçeleri kendinden ünlü… Ben o şehirleri, ünlü babanın ünsüz çocuğuna benzetirim hep…

İşte böyle bir şehirdir Muğla…

Ünlü ilçeleri hep önde: Bodrum, Fethiye, Marmaris, Datça… Anket yapsanız bilinirlik anlamında, bu ilçeler daha çok oy alacaktır.
Muğla, ünlü çocukları olan bir aile büyüğüdür benim gözümde…

2009 yılında helikopter ve uçakla Muğla semalarında bir çekim yapmıştı yakın dostum fotoğraf sanatçısı Abdullah Kırbaş.

Fotoğrafları önceden gören şanslı insanlardan biriydim… Bu fotoğrafların kesinlikle sergilenmesi gerektiğini düşünmüştüm. Hatta Beşiktaş Belediyesi’nden sergi alanını rica etmiştim ve bu talebim de karşılanmıştı. Fakat diğer masraflar için sponsor bulamadığımız için öylece kalmıştı.

 

Bugün, benim de sergilenmesini istediğim bu fotoğraflar, “Kuş Bakışı Muğla” adı altında Cağaloğlu’ndaki basın müzesinin 2. katında sergilenmeye başladı.

Özellikle görülmesi gereken birkaç fotoğrafı sizlerle paylaşmadan edemeyeceğim.

Bodrum müzesindeki Romalı asker heykellerinden esinlenerek dana derisinden el yapımı sandalet yapan Bodrumlu Ali Güven fotoğrafı,

MÖ 540’da inşa edilen Delphi’deki hazine binasının arasında bulunduğu, 20 bin kişilik bir tiyatro ve 5 bin kişilik bir odeonun yer aldığı Knidos’un şarap, kültür ve sanat merkezinin kuş bakışı Datça Knidos fotoğrafı,

Yine Datça yarımadası Uzundere, Bükçeğiz Koyu fotoğrafı,

Issız ormanlarla kaplı, yolu izi olmayan bir koya yolculuk ediyorsunuz: Fethiye Göcek Adası fotoğrafı…

Marmaris İngiliz Limanı fotoğrafına bakınca, muhteşem güzellik içerisindeki irili ufaklı koyların içerisinde kaybolası geliyor insanın…

 

Fethiye Kayaköy fotoğrafının bende bıraktığı ilk izlenim; Tanrı gökten taşlar atmış – ama bunlar yontulmuş taş – ve oraya taştan bir cennet yapmış.

Abdullah Kırbaş’ın açılış konuşmasından anladığım, 48’den fazla fotoğraf sergilendiği… En çok etkileyenleri sizinle paylaştım; gidip gördüğünüzde sizi de etkileyecek, içine alıp götürecek fotoğraflar olacaktır…

Yazılarımda isim yazmayı, teşekkür etmeyi pek sevmem. Ama burada özellikle Muğla Valisi Fatih Şahin’e teşekkür etmek gerekiyor, çünkü bu sergi Valiliğin himayesinde açılmış. Bir de sergilenen fotoğrafların basılı olduğu ve açılıştaki konuklara hediye edilen kitap basılmış, ben de muhteşem görüntülere sahip bu kitaba sahip olduğum için şanslıyım…

Sergiye destek verenlerden de bahsetmek gerekirse; Muğlalılar ve bizim gibi Muğlalıları sevenler oradaydı. Muğla Belediye Başkanı Osman Gürün, İstanbul’daki Muğla İl ve İlçeleri Kültür ve Tanıtım Derneği Başkanı Serter Karataban ve yönetimi, Muğla milletvekilleri Prof. Dr. Yüksel Özden, Ali Boğa, İstanbul Vali Yardımcısı Ahmet Deniz, bir de beni kırmayıp bana eşlik eden Trabzon Dernekler Federasyonu Başkanı Haydar Dulkadiroğlu sergiye destek verenler arasındaydı.

Sergi, 24 Şubat’a kadar gidip görülebilir.

 

Yazar, Yönetmen, Televizyoncu, Gazeteci, Tiyatrocu, Yayıncı, Oyuncu, seo, Sosyal medya uzmanı, v.s. İşte….. "İNSAN" ol yeter aslında…. KEDİ BABASI… Sokak Köpekleri BAL İLE BETTY’nin dedesi