HİÇBİR ŞEYE İNANMIYORSAN YARATANA İNAN YETER

e1fa67_9fab6905e5984335b33e24dff32c4eda

Neden, Yaratanın/Tanrının/Allahın en muhteşem yarattığı insanoğlunun, sevmek için sadece yaratana inanması yetmiyor?

Sadece yaratana inanmış olsaydı insan; kedi, köpek, yılan, sülük demez, sevmez miydi tüm yaratılanları? Korumaz mıydı onları?..

Sadece yaratana inanmış olsaydı insan; yaşadığı dünyanın denizini, ormanını, nehrini, suyunu sevmez miydi? Korumaz mıydı onları?..

Sadece yaratana inanmış olsaydı insan; Hıristiyan, Yahudi, Müslüman diye ayırım yapmadan sevmez miydi, korumaz mıydı BİRBİRİNİ?..

Yaratan sormaz mı:

Irak’ta, Afganistan’da, Libya’da, Mısır’da olanlara ses çıkarmadın çanak tuttun…

Niye ölümlere seyirci kaldın?

Yetmedi mi, diye sormaz mı?

Gözlerindeki perdeyi kaldır, gör demez mi?

Suriye halkından ne istiyorsun, diye sormaz mı?

Suriye’ye gidip gezen gazeteci arkadaşlarımdan, yine Suriye’de evlenip orada yaşayan iş adamı arkadaşımdan duyduklarım dudak uçurtan şeylerdi…

El Cezire televizyonunun, ölüm sahnelerini bir film gibi kurgulayıp çektiğini anlatırlarken şaşkınlığımı gizleyemedim…

Askerin üzerine ateş açıp kaçan provokatörleri… Bir anda onlarca askeri vurup kaçarak halkın arasına karışanları…Halkın Esat yönetimine nasıl bağlı olduğunu ve daha birçok şey anlattılar…

Bu anlatılanlardan anlaşılan o ki, Suriye üzerinde de, Irak’ta, Libya’da, Mısır’da oynanan oyunlar devam etmekte…

Şu an Türkiye’de bir kamuoyu araştırması yapılsa eminim ki Suriye’ye askerî bir müdahaleye “hayır” çıkacaktır… Bir avuç insan dışında neden kimse sesini çıkarmıyor?..

Hiçbir şeye inanmıyorsan bir yaratan olduğuna inan yeter…

Allah’tan kork

 

BİRBİRİNE KÜFÜR EDEN KOCA ADAMLAR TANIYORUM

e1fa67_b5f91f5e630a48d78b9f515b38787a5f
Fedai Çakır

Küfür etmeyen çocuk pek yoktur, edilen küfür içerik anlamıyla çok ağır olsa da çocukken yapılan küfrün altı hep boştur. Laf olsun diye, belki o an ki öfkenin tesiriyle edilen bu küfürler unutulup gider ertesi gün. Yine aynı sokakta misket oynar, gazoz kapağını düşürmeye çalışırdık bizler.

Koca koca adamlar küfür ediyorlar, üstelik de içeriği çok ağır küfürler… Çocukluktaki gibi değil bu küfürler, altı dolu küfürler. Yenilir yutulur değil bu küfürler. Üstelik çocukluktaki gibi karşısındakinin yüzüne değil, arkasından edilen küfürler bunlar…

Sosyal medya aracılığıyla küfrün dozu da kaçmış durumda, ama bir namertlik, hayasızlık da söz konusu tabii ki… Kimse yüz yüze küfür etmiyor, nasılsa karşımda değil, diye her konuda en hayasız küfrü yazıyorlar. Yazıyorlar, hakaret dolu resimler üretiyorlar…

Kimsenin bir başkasının düşüncesine saygı göstermesi mümkün değilmiş gibi yaşanıyor sosyal medyada her şey.

Bundan 10 yıl önce bu ülkede kimse bugün olduğu kadar korkarak yaşamadı bu ülkede. Sağ-sol çatışmalarında bile toplum bu kadar korku dolu şiddet dolu değildi.

Bu korku basın, Internet ve sosyal medyayla insanların zihinlerine devamlı işlenmekte; birçok grup, sayfa ve Internet sayfası toplumumuza nifak tohumları ekmeye devam etmektedir.

İnsanlarımız Facebook’ta olduğu gibi gruplara ayrılmıyorlar mı?
Türkiye’yi bir Facebook sayfası gibi yapacak olursak Kürtler grubu …. kişi, Ermeniler …. kişi, Süryaniler …. kişi, Rumlar … kişi, Yahudiler …. kişi, Boşnaklar … kişi, Lazlar…. kişi, Çerkezler … kişi, vs… kişi ve tabii ki ülkenin çoğunluğuna teşkil eden Türkler … kişi diye grupları kurduğumuzu düşünün.

Sonra Türklerin içinden başka gruplar kuralım; türbanlılar, saçı-başı açıklar, radikal dinciler, ılıman dinciler, Aleviler, Atatürkçüler, kendini Atatürkçü sanan Atatürk ismini kullananlar,  cumaya gidenler – gitmeyenler, oruç tutanlar – tutmayanlar, 5 vakit namaz kılanlar – kılmayanlar, Allah’a inanlar, ateistler, milliyetçiler, yurtseverler, sağcılar – solcular, muhafazakârlar, Atatürk puttur diyenler, Atatürk’e küfür edenler, vs…

İstediniz gruba “beğen” butonuna basıp katılın, yorum yapıp paylaşın, içlerine girin, nifak tohumlarına siz de katılın ya da katılmayın…

Ortak aklın katılacağı tek bir şey var: o da yukarıdaki gruplaşmanın ülkemizde oluştuğu…

Ortak akla ve gençliğe sesleniyorum: O zaman kurtuluş reçeten, “Ey Türk Gençliği” ile başlamakta ve “Ne Mutlu Türküm” diyerek etnik ayrımı kaldıran düşüncelerdedir.

Fedai ÇAKIR

12 EYLÜL ÖNCESİNDEN HAFIZAMDA KALANLAR VE 12 EYLÜL DE HAFIZAMDA KALANLAR

e1fa67_26d5769540fa4cd88f551a7a9ecc9cd1
12 Eylül darbesini duyuran Hürriyet Gazetesi baş sayfası

 

12 Eylülde çok büyük değildim ama genede hatırlayacak kadarda büyüktüm. Çocuk ve ergenlikle aklımda kalanları sizlerle paylaşmak istedim. Lütfen okurken bir ergenin gözünden bakmaya çalışın.

12 Eylül öncesinden hatırladıklarım:

Okuduğum lisenin 2 günde bir ya sağcı yada solcuk örgencilerle

kapatılıp o gün okula sokulmadığımız.

Rahmetli babamın kahvedeyken kahvenin taranması ve babamın tuvalete kaçarak kurtulması

Annemin üniversitede okuyan agabeyim ve ablam için benden çok endişelenmesi

Mahallenin tek girişine devamlı bomba süsü verilmiş pankartların asılması ve bu nedenle eve gitmek için 2-3 km yolumun uzaması

Lisede okuyan örgencilerin silahla sınavlara girip iyi not alması

Haberlerde devamlı öldürülen sağ yada sol görüşlü gençlerin haberleri

Yağ ve gaz kuyruklarında ettiğim akşamlar Poliste hangi görüşten olursan ol yakalandığında işkencenin bol olması.

Çocuk bile olsan İlla bir görüşü tutmaya zorlanmaları

12 Eylül ve sonrasında hatırladıklarım:

İhtilal olduğundan habersiz rahmetli anele köyden araba yoluna indiğimizde jandarmanın bizi yakalayıp geri göndermeye çalışması.

Annemin dinlemeyip bir şekilde İstanbul’a gelmek için otobüs yazıhanesine ulaşmamız.

Her ilin girişinde ve çıkışında otobüsün tüm kargosu boşatılarak arandığında 16 saatlik yolu 48 saatte İstanbul’a gelişimizi.

12 Eylülde tutuklananların başına gelenleri duydukça, 15 kişi bir evde bir tabanca yakalatan ve tabancayı kimsenin sahiplenmemesi nedeniyle aranan ağabeyimi 5 yıldan fazla saklamamız  aklımda kalanlar.

Not: Ağabeyim 5 yıl sonra teslim odlu ve o gün serbest bırakıldı. O zamanlar Ülkücü olan ağabeyim bu gün solcu oldu.

 

SENİ ÇOK ÖZLEYECEĞİM ANNECİĞİM

e1fa67_38c9e219d51e45d8a2e334766095169c
Annem Şahender Çakır

Ben yazlarımı 18 yaşıma kadar köyde geçirmişimdir. Sonrasında köye hasret kaldık ve büyüdük.  Ailem Giresun’dan İstanbul’a gelmiş, ben İstanbul’da büyüdüm, ama memleketimizden hiç kopmadık.

Bizler şanslı insanlarız köyümüz olduğu için, çünkü şehirden bunaldığımız zaman veya başımız darda olduğu zaman kaçacak bir yerimiz her zaman var.

Dağ köyüdür bizim köyümüz; çilekleri, fındığı, mantarı, balığı vardır. Elması, armudu çeşit çeşit meyvesi vardır köyümüzün. Mısırı, salatalığı, domatesi, biberi vardır tarlasında.

Neden köyümü anlattım size? Çünkü annemi kaybettim, yakın sayılabilecek bir tarihte (20 mayıs 2003).  Annemle çok anım var, ama daha çok köyde yaptıkları hep gözümün önündedir. Bahçeden gelirken yol kenarında bir çilek bulsa hemen benim ağzıma atardı, fındık zamanı olmadığı halde bir fındık bulsa önce bana tattırırdı. Çiğ yenen, nadir bulunan mantar vardır bizim oralarda. Onlardan bulsa kendisi yemez, bana yedirirdi.

Annem benim, ne bileyim kendisinin de çok sevdiği şeylerdi bunlar, ama kendisi yemez bana yedirirdi. Beni öyle bir öpüşü vardı ki, ölene kadar hep öyle öpmüştür. Öperken çıkardığı sesten dolayı, “Anne beni bir gün sağır edeceksin,” derdim (Ben de oğlumu aynen öyle yüksek sesle öpüyorum.)

Annem benim…

Yıllar önce şeker denilen hastalık onu yakaladı, gel zaman git zaman tüm organlarını yok etti annemin. Son zamanları ağrılar içinde geçti.

Aslında abimin evini evi bilmiştir, ama ne yazıktır ki anneciğim benim evimde vefat ettin. Senin kendi evinde vefat etmeni sağlayamadık. Sen de biliyorsun ki, benimle benim evimde yaşamalıydın, şartlar öyle gerektiriyordu. Çok hasta olduğun üç ay içerisinde bilemedim, ama meğer evimi onurlandırmışsın. Sana o kadar çok alışmışız ki sen gittikten sonra fark ettik.

Hasta bakan bilir derler, gerçekten de öyleymiş: üç ay boyunca bana hiç uyku uyutmadın, ama keşke biraz daha yaşasaydın da ben uyumasaydım.

Öldüğüne çok üzüldüm, ağladım sessizce, kimseler görmeden. Üzüntümle beraber ölümün senin acılarına son vermesi tek tesellim anneciğim.

Sen de, zaman zaman stresin verdiği şartların olumsuzluğundan “Üfff!” dediysek veya sesimizi yükselttiysek bizi affet anneciğim. Hepimiz seni çok seviyorduk, sana su vermediysek suyun sana yasak olmasındandı, su seni öldürüyordu. İlaçları avuç avuç verdiysek seni biraz daha yaşatmaktı niyetimiz, inan seni üzmek değildi

amacımız…

 

SENİ ÇOK ÖZLEYECEĞİM ANNECİĞİM

Küçük Oğlun

 

Fedai Çakır

20 Mayıs 2003, İstanbul

 

BABAMIN SON YOLCULUĞUNA UĞURLAYIŞIMIZ

e1fa67_9ab41c1827e64b279d28d2940441de7f
Babam Ali Çakır, oğlum Doğuşhan Çakır ile

Babamla;

aramızda iletişim her zaman sevgi ve saygı ile oldu, Tüm çocuklarına olduğu gibi bana da kendi yöntemi ile sevgisini belli ederdi o pek annem gibi şap ur şupur öpmezdi ama öptü mü bir başka öperdi içten sevgisini belli edecek şekilde öperdi ama en son da son zamanlarında beni öpmeleri aklımdan gitmiyor nedense biz iki erkek olarak az birbirimizi öperdik ama son zamanlarda hastanede ve diğer zamanlarda ben tokalaşıp öptüğüm zamanlarda bir başka öptüğünü hissederdim onun.

Gene bilemedim ben annem gibi onunda son dönemlerinde bir başka bana sarılıp öptüğünü, Bir yıldan birazdı bacağını kırmıştı hem de öyle akıl sır erdirilemeyecek kadar hikayeden bir yerde birden ayağı sendelemiş düşmüş ve çok ufak bir merdivene çarpmıştı baldırından kırılmıştı bacağı o dönem Giresun SSK hastanesinde başladı mücadelesi orda ameliyat ve platin takılmıştı sonrasında apar topar İstanbul’a geldi bilenler bilir annem buraya gelmesinden hemen birkaç hafta sonra hastalanmış ve ölüm yolculuğunun başladığı döneme girmişti işte o zamanlar babamda annemde yatalak bir şekil delerdi biz evlatları mücadeleye başlamıştık annemin hastalığından pek de babama zaman ayıramamıştık ama genel kontrolleri pek iyi seyir etmiyordu kemik erimesi platinlerin tutmasını engellemiş babam değneklerle yürümeye başlamıştı İstanbul da doktorlar bacağının iyi olmadığını biliyorlardı ama ameliyatında riskini biliyorlardı karşıydılar ameliyata.

Zaman bu şekilde akıp giderken babam o hali ile tekrar köye gitmek istedi ben karşı çıktım ağabeyimde tabi ama bizi dinlemedi ben biledim doğduğu toprakların onu çağırdığın bilemedim onun son olarak köyünü görmeye gitmek isteğini ben karşı çıktım hatta kızgınlığımdan onu yolcu bile etmeye gitmedim söz dinlemiyordu bu seyahat onun için iyi değildi ama o gitti her zamanki gibi bildiğini okudu.

Sonrası bacağının orda rahatsızlanması ve ikinci bir hastane olayı yine yanlış ameliyat bu sefer Giresun devlet hastanesi, iki ameliyat geçirdi bacağının durumu iyi değil bizi aştı dediler doktorlar ambulansla getirdik İstanbul’a 19 Mayıs sabahı ambulans İstanbul sınırlarına girdi ben Çapa ya yatırmam lazım ama babam SSK’lı başladı bizde bir koşturmaca ağabeyimle beraber Okmeydanı SSK hastanesinden sevkini yapmamız lazım babam oraya yatıracaklar diye gözleri doldu oğlum benim buradan ölüm çıkar dedi ama ahh babacım bilemedik biz Çapadan da öyle oldu bilseydim ki nereden sağ çıkardın oraya giderdik ama bilemedik babacım.

 

Çapa Tıp Fakültesinde 15 gün geçti mücadele büyüktü bilenler bilir SSK lı hastası olanın ne kadar evrak işi ile uğraştığını kah SSK kah özelde bitirdik tüm işlemleri Yener hocam bana ameliyatın ne kadar çok riskli olduğunu anlattı kalbinin bitik olduğunu çigerlerinin iflas ettiğini ben etrafımda herkesi hazırlamıştım kötü sonuca ama sanırım tek kişi hazır değildi BEN.

Babam o sabah ameliyat için hazır olacaktı akşamdan bizi tekrar tekrar tembihlemişti sabah erkende gelin diye sabah erkenden gittik ama babam ameliyat listesinde yoktu ban zaten Yener hocama Pazar telefon etmiş ameliyat listesine alınmasını sağlamıştım son tahlillerini cumartesi bitirmiştim babamda artık oğlum bitsin şu ameliyat da ne olacaksa olsun diye ısrarlıydı o gün sabahtan öğleye kadar bekledik öğleye doğru ben iş yerine gittim ağabeyimde kısa bir uğramız lazımdı biz gittim babamı ameliyata aldılar hemen koştuk geldik babam ameliyatta ben abim, yengem amcalarım hep beraber malzeme temin ediyoruz tahlillerde koşturuyoruz kan buluyoruz ameliyatın ortasında ilk alarmı aldım Yener hocam ameliyatın ortasında beni cepten aramış yarın sabah bana uğra beklenmedik gelişmeler var konuşalım dedi ben o an ağabeyime dedim hoca ameliyatta aramazdı ab i bir şeyler ters gidiyor diye, nitekim babam kaybettik. 31 Mayıs son yolculuğuymuş meğer. Rahat uyu babacım bizler seni her zaman hatırlayacağız Allah mekanın cennet etsin.

Öncelikle Çapa Tıp Fakültesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr Yener Temelli ve ekibine, tüm ortopedi çalışanlarına, Hastanede hasta hali ile babama gündüzleri bakan amcam Mustafa Çakır‘a, Giresun dan ambulansa gelirken maddi ve manevi yanında olan amca oğlu Yüksel Çakır‘a, Giresun’da hastanede yanında olan ve işlerine koşturan Ablam Necmiye Hartamacı ve tüm hastanede bakan ziyaret eden akrabalarımıza köylülerimize, Giresun’da ve ameliyat sırasında yanında olan amcam Kadir Çakır‘a, geceleri bakıcılığını yapan arkadaşımıza ve maddi manevi koşturan ağabeyim Yalçın Çakır, eşi Muteber çakır‘a ve Gelengül Erkara‘ya babam adına teşekkür ediyorum Allah tüm yaşamları boyunca sağlık ve mutlulukla yaşamaları sağlamasını temenni ediyorum

Küçük Oğlun

Fedai Çakır

31 Mayıs 2004, İstanbul

 

Yazar, Yönetmen, Televizyoncu, Gazeteci, Tiyatrocu, Yayıncı, Oyuncu, seo, Sosyal medya uzmanı, v.s. İşte….. "İNSAN" ol yeter aslında…. KEDİ BABASI… Sokak Köpekleri BAL İLE BETTY’nin dedesi