ÇİÇEKLER İÇİNDE ÇİÇEK, ÖMÜR İÇİNDE Kİ EN GÜZEL ÇİÇEK

e1fa67_464f1759970840f8b3fd48eeaed82b8f
Fotoğraf: Hurriyet

Canlıların ortak özelliği üremek ve çoğalmak, kendi türünün devamını sağlamak, dünya da var olma nedenlerinden başlıcasıdır.

İnsanoğlu da bu gaye ve amaç ile iç güdüsel hareket eder. Genç kızlarımız bir an önce evlenip çocuk yapma istemlerinin temelin de annelik hormonu ağır basar.

Uzun süre evli kaldıktan sonra bir sabah ayrılma kararı alıp, yeni bir hayata merhaba diyen benim bile bir erkek olarak şu dünyaya gelişim de yaptığım en güzel şeyin çocuğumun olması diyebilirim.

Öyle ise bir konuda ortak bir noktaya vardık; dünyanın en güzel olgusu çocuk ve bir çocuğu dünyaya getirip büyütmek.

Çocuk kitapları yazmamın nedenlerinden biri ise, çocukların saf ve güzel dünyasından kopmamak istememdir. Çocukların saf dünyasından, kirlenmemiş ruhlarından öğrenebileceğimiz çok şey var aslında.

Hangimiz çocuklarımız için ölmez ki. Var olma nedenimiz için hangimiz canından vazgeçmez ki.

Bir çocuğun gözlerin de korkuyu gördüğüm de o korkuyu yaratanlara lanet etmekten kendimi alı koyamıyorum. Biraz empati yapsa; büyümüş içinde ki çocuğu öldürmüş insanlar.

Hiçbir çocuğun gözlerin de korku olmaz değil mi?

Yanı başımızda cereyan eden savaşlar da, gözlere korku düşen çocukların, yürek acıtan görüntülerinin bitmesi için. O çocukların kendi çocuklarımız olduğunu bir an var saymamız yeterli olacaktır. Çocuklarını korumaya çalışan anne ve babaların da kendimiz olarak görseydik. Savaşlarda, zulümlerde biter.

İşte böyle bakmalı dünyaya çocuklar, çiçekler içinden. Saf, çıkarsız, mutlu, elinde var olanla yetinmeyi bilen. Onlardan çok şey öğrenmeliyiz aslında.

e1fa67_03d5d4d95cac40d1a6f321aed52fc60e
Arif Kemal Mazmanoğlu

Çiçekler içinde bir çiçek, ömür için de ki en güzel çiçek…

Bir çiçeği öldürebilirsiniz ama baharı öldüremezsiniz.” (Che Guevara) Çocuklar bizlerin baharıdır.

 

 

Fedai Çakır

20 Haziran 2015, İstanbul

Zalimsin DÜNYA Zalim

e1fa67_9a437afe47524e75a1538deb6cd4e2be

“Bu gün düşünemeyeceğin kadar başım belada” Hiç olmadığı kadar mutlu olduğum bir günde bu mısraları yazıyorum.

Büyük şehirler de yaşıyor iseniz ve gündem sürekli değişiyor ise birde sorumsuz basın sürekli topluma olumsuzlukları pompalıyorsa hayatta mutlu olma ihtimalinizde azalıyor. Sürekli gergin, her an bir şeyler olacakmış gibi bir yaşam halindeyiz. Her gün gazeteler de, televizyonlar da veya sosyal medyada hayatın olumsuzluklarını görüyor okuyoruz.

Hayvanlara yapılan işkenceleri, kadın tecavüzlerini, çocuk tacizlerini, dayaklar, ölümler, cinayetler derlen üstüne birde geçim sıkıntısı telaşı yaşama mücadelesi eklenince hayat size zalim ki zalim geliyor.

Bir gün gazetelerde, Televizyonlarda yada sosyal medyada bir olumsuz kötü haber okumadığım da eyvah diyorum eyvah “Bu gün düşünemeyeceğin kadar başım belada” diyorum. Belalar, kötü haberler, yaşamın acımasızlığı o kadar ruhumuza nasıl nüfus ettiyse gayri geresini siz düşünün.

Yaşamak’ın aslında sadece karın doyurmaktan ibaret olduğu ilkel toplumlarda yaşayan insanlar mı? Bizden daha mutluydu yoksa bir tık ile her şeyi elimizin altına sunan teknoloji devri olan bu dönemde mi? İnsanlar mutlu.

Aile ilişkilerinin azalıp yok olduğu, arkadaşlıkların çıkar, iş ilişkisi ile ibaret sanıldığı, aşk’ın ise sadece gerek para harcama olduğunu sanan insanların yaşadığı bir büyük şehirde insanların nasıl mutlu olacağının formülü var mı? Acaba. Var ise bizlere de versin diyeceğim.

Zalimsin Dünya Zalim, yalnız bana değil üzerin de yaşayan tüm canlılara karşı zalimsin. Hayvanlara karşı, doğaya karşı ve İnsanlara karşı zalimsin dünya.

İnsan; sen Dünya’dan da zalimsin, elinin dokunduğu her şeyi yok ediyorsun. Zalimsin insan zalim hayvanlara karşı zalimsinsin, doğaya karşı zalimsin en çok da kendi ırkın olan İNSAN’a karşı zalimsin.

Cehennem; insan oğlunun yarattığı Dünyanın ta kendisi ve kıyamet; insanoğlunun bu dünyada kendi eliyle hazırladığı son.

 

Fedai Çakır

15 Haziran 2015, İstanbul

BİR KELEBEK’İN AŞK’I

e1fa67_e6e8ccd0d3984e8bb4fea564412eb029

Köy yerinde bir gaz lambası, gecenin karanlığını cılız ışığı ile aydınlatmaya çalışıyor. Ardına kadar açık bir pencere ve pencereden uçarak giren bir kelebek, ışığa doğru uçuyor.

Kim bilir lambaya yaklaştığı zaman gelen ısı ile yanacağını da hissediyordur bu kelebek ama yine de ışığa doğru uçuyor, ta ki lambaya dokunup yanana kadar.

İşte içim de ki aşk arayışı böyle bir şey. Yanacağımı bilsem, hissetsem bile o ışığa doğru gitmek olsun aşkım.

Aşk için yanıp ölmek olsun sonum.

Bir gece kelebeği olsam.

Sen ise bir ışık,

Sana gelip konsam.

Ve yansam.

 

Sıcak bir gaz lambasına,

uçan bir kelebek,

Belki öleceğini bilmiyor,

Belki yaklaştığı zaman sıcağı hissediyor.

Ama yinede ışığa doğru

Kanat çırpıyor.

Bilir misin o gaz lambasına kanat çırpıp kelebeğin gaz lambasından beklentisi nedir? HİÇ hem de kocaman bir HİÇ. Sadece onda gördüğü ışığa uçuyor.

Hayatımızın kalan kısmında çoğumuz uçacak bir gaz lambası arıyoruz, sadece ışığına gidebileceğimiz.

Fedai Çakır

2 Mayıs 2015, İstanbul

Sevgi ile büyümeli insan, çok sevilmeli, çok sevmeli

e1fa67_54c4a263812d4f059a9b017346394f7a

İnsan; dünya üzerin de yaşayan en vahşi canlı da olabiliyor en sevgi dolu ve masum canlıda.

Bir canlının yaşamsal alanının şartları elbette o canlının şekillenmesinde en önemli faktörlerden biri. Balta girmemiş ormanların, sert doğal şartların olduğu uçsuz bucaksız arazilerde yaşayan bir yırtıcı canlının vahşiliğinin yanı sıra yine orada aynı şartlarda yaşayan bir ceylan’ın masumluğunu da görmek lazım elbette.

Yaradılışın fıtratında var” mısraları bu örneklemelere en çok uyan anlatımdır beklide. Ya insan oğlu, insan denen o canlı? Onun da bir yaradılış fıtratı yok mu? Var elbette.

Bir yırtıcı canlı, beslenmek için vahşi olabilirken, insan denen canlı sadece nefsi için vahşi olabiliyor. Nefis dendiğin de, nefsin terbiyesi genelde din/dinler ile bir arada düşünülür. Halbuki nefsin terbiyesi en güzel sevgi ile öğretilebilir.

İnsan denen canlının diğer canlılardan öne çıkmasını nedeni öğrenme, düşünme ve hissetme yeteneğidir. Bu nedenle nefsi en güzel terbiye etmek de sevgi ile olabilecektir.

Toplumlar her döneminde şekillenir ve değişik süreçlerden geçerler. Bu süreç o toplumun yaşadığı topraklar ile ve coğrafyasına göre değişiklikler gösterebilir.

Büyük bir kuruluş mücadelesi veren bizim ülkemiz de büyük değişimlere, yeni yeni yapılaşmalarla bu günlere geldi. İyisi güzeli, günahı ve esbabıyla günümüz Türkiye’sine geldik. Ülkemiz adeta vahşi yaşam alanı.

Ölümler bile senin ölün benim ölüm diye ayrılmış durumda, ona göre göz yaşları dökülüyor yada dökülmüyor. Acılar senin acın banane, onun acısı sanane olmuş durumda, insanlığın öldüğü bir çok olayları seyreden milyonlar topluluğu halinde yaşayan bir Türkiye.

Milli duyguların yok olduğu, bayrak, devlet, millet olgusunun hiç olmadı kadar ayaklar altına alındığı bir Türkiye. Ve bunların sonucu meydana çıkan birlik ve beraberliğin yok olduğu bir Türkiye.

İnsan oğlunun yaradılış fıtratında olmamasına rağmen, vahşi yaşam alanına çevirdiği bir Türkiye’de vahşi insanların acımasızca yargılamadan, sorgulamadan hoş görüyü rafa kaldırıldığı bir ülke olmuş Türkiye.

Neden böyle olduk, niçin böyleyiz demenin zamanı gelmedi mi? Türkiyem.

Sevgisiz, hoş görüşsüz yetiştirilen, kendinden olmayı aşağılayan öteleyen bir nesil yetiştirdik sevgisiz, sevmeyi bilmeyen, sevilmeyi de hazmedemeyen bir nesil.

Diğer tarafta ise Dindar ama bi o kadar da kindar bir nesil yetiştirdik. Sandık ki din ve dini ögretilerle ile yetişen insanlar iyi insanlar olacaklar, ama diğer kesimin (öteleştirme için demiyorum, toplumun şu an ki algısı böyle olduğu için anlaşılır olmak için “öteki kesim” kullandım) düştüğü hataya burada da düştük. Onların içine de sevgi tohumu ekemedik, sevmeyi, sevilmeyi onlara da öğretemedik.

Sevgi ile büyümeli insan, çok sevmeli, çok sevilmeli, benden olmayanı da sevmeli, ondan olmayanı da, doğayı da sevmeli, hayvanları da ve yaşadığı alanı bir ceylan gibi masun ve yaşanır yapmalı.

Karın doyurmak ise yaşamın anlamı neden yapalım ki yaşadığımız bu güzel alanı, vahşi yaşam alanı.

 

Fedai Çakır

1 Haziran 2015, İstanbul

 

 

 

KIT KANAAT HAYAT

e1fa67_fb5d6fa9c5914d4790d36a8aab374215

Ne zaman param cebimde azalsa, kısaca zaruri ihtiyaçlarım dışında paramı harcamamam gerektiği zamanlar da manava girmemeliyim, bütün meyveleri canım çekiyor.

Alamıyorum.

Bir tatlıcıya yada pastahaneye de girmemeliyim, canım bütün tatlıları pastaları çekiyor.

Alamıyorum.

Ya sürekli içmeyen ben, o gece illa bira içesim gelir ki anlatılmaz bir istektir, görsen sanırsın sürekli içen alkoliğin teki. Halbu ki ayda yılda bir iki bira içen ben bira alamıyorum.

Sorarım kendime acaba böyle olan bir tek ben miyim?

Yemeden yediren giymeden giydiren anneler, babalar gelir aklıma. Öyle fedakar bir anne ve babanın çocuğu olarak gelir aklıma ve dalarım uzaklarda bir yerlere.

Mustafa Balel’in “Kiraz Küpeler” isimli kitabı da gelir aklıma. Kitap’a adını veren hikayede “ Baba, anne çocuklarını hastaneden getirmektedir, manavın önünden geçerken yeni çıkmış kirazları gören çocuk kiraz ister. Babanın parası yok kadar azdır ama çocuk ısrar edince dayanamaz manava bir avuç kiraz vermesini söyler.” Parası ancak o kadarına yetmektedir.

Kitapta ki hikayenin geçtiği tarihlerde marketler yoktur, yani istedin kadarını poşete koyup tarttıramaz insanlar. Manav babanın isteğini görmezden gelir, ilgilenmez bile, başka müşterileriyle ilgilenir ama babaya bir avuç kirazı tartıp vermez.

Yolda bulduğum karpuz kabuğunu kemirirken bulmuş bir gün beni babam, o gün bu gün işçi maaşıyla karpuzun çıktığı ilk gün bizim eve karpuz alınırdı babam tarafından. Bu hikayeden mi? Olsa gerek Balel’in bu öyküsü beni içten yaralamıştı.

Kıt kanaat yaşamların çocukları olarak dünyaya gelmiş, zaman zaman bolluğu da yakalasak kıt kanaat yaşamak içimize yer etmiş.

Yine öyle bir günlerden bir gün, cebim de bir avuç kiraz alacak kadar param, kıt kanaat geçinip gidiyoruz işte.

Hikaye de çocuğuna bir avuç kiraz almak isteyen namuslu bir emekçi babadır, kıt kanaat yaşamın da namuslu, alın teri ile yaşayan bir baba.

Kıt kanaat doğup, kıt kanaat büyüdük, kıt kanaat yaşayıp öleceğiz, alın teri, namusumuzla.

 

Fedai Çakır

22 Mayıs 2015, İstanbul