BAFRA’DA NELER OLUYOR?

e1fa67_5b2345e560194a5990364115fae8ac3a

Hemen başlığa bakıp da kötü, pis kokulu işler aklınıza gelmesin. Genelde biz gazeteciler böyle “Bafra’da Neler oluyor?” gibi başlıkları pis kokulu işlerin olduğu zamanlar atarız ve bu haberlerde çok okunur. Başlık dikkatinizi çektiyse asıl konuya gelelim.
Bafra’da güzel şeyler oluyor?

Balon deyince Kapadokya aklımıza gelir, orada balonla uçmak ve o muhteşem peri bacalarının üzerinde günün doğuşunu izleyerek dolaşmak ayrı bir hazdır. İşte Bafra bu konuda bir adım atmış ve Balon gezilerini özellikle önümüzde ki 2016 yılı yazında yoğunlaşacak şekilde planlamalar yapmaktadır. Bu yaz ilk dene uçuşlarını yapmışlar ve o muhteşem ovanın güzelliklerini kuş cennetine kuş bakışı gezilerin ne muhteşem olduğunu keşfetmişler. Burada hemen bir konuya açıklık getirelim. Bu işleri organize eden hocalarımız kuş cenneti üzerinde uçuş yapılmadığını ve asla kuşların yaşam alanlarına müdahalenin söz konusu olmadığını belirtiyorlar. Hayvan ve doğa sever bu hocalarımın bu konuda hassasiyetlerini bizzat gözlerimle gördüm. Zaten Bafra’nın öyle hayvan sever bir belediye başkanı var ki herkes izin verse o bu konuda asla izin vermez. Hayvanların yaşam alanına saygılı bir belediye başkanı o. Bunu da “Sokak Köpekleri BAL ile BETY” filmine verdiği destekten biliyorum.

Bu güzel olan şeylerin bir tanesi. Bir başka güzellik de kısmetse benim de katılacağım Yamaç Paraşütü atlayışları.

Bafra belediye başkanı Hayvan, doğa sever Zihni Şahin’in büyük desteği, önderliği ve Bafra Hava Sporları Kulübü BaşkaBurhan Apaydın’ın gayretleri ile muhteşem bir uçuş tepesi alanı oluşuyor gibi. Gibi diyorum çünkü resmileşip dünya yamaç paraşütü atlayışlarına ev sahipliği yapabilmesi için gereken alt yapının bitmesi için biraz zaman ve desteğe ihtiyaçları var.

Uçuş tepeleri iki büyük baraj gölünün manzarası ile Asarkale taş mezarlarının üstünde süzülmeye elverişli. Dünyanın sayılı yamaç paraşütü uçuş tepesi olacağından emin olduğum bu doğa harikası yerde ilk etapta konaklama ihtiyacı karşılamak için hemen uçuş tepesinin altında olan Kapıkaya köyünün taşımalı sistem ile atıl duruma düşen okulu Bafra belediye başkanı Zihni Şahin tarafından pansiyon haline dönüştürülmeye başlanmış bile.

Bafra Belediyesi ile Bafra Hava Sporları Kulübünün birlikte organize ettiği Yamaç paraşütü etkinliğinin ilkini geçtiğimiz günlerde Bafra Kapıkaya Tepesinde yapılmışlar. Burada uçan pilotların ilk izlenimleri “ buranın Türkiye’nin en güzel yerlerinden biri olduğu, termik ve dinamik bakımından uçuşlar için mükemmel olduğu, bu kadar güzel bir yer görmediklerini ve buranın bir turizm bölgesi olacağını ifade ettiler.” Paraşütçüler tek veya Tandem ile uçuşlar yapmışlar.

Yamaç paraşütü uçuş alanı olmaya adım adım ilerleyen Kapıkaya Tepesinin oluşumun da Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz’ın da desteklediği olduğu bana gelen duyumların arasındaydı. Yusuf Ziya Yılmaz’ın yaptırdığı ödüllü köpek barınağı ve kedi evlerini duyduğumdan bu yana bu projeyi de destekleyip neticelendirilmesinde katkısının çok olacağını düşünmekteyim.

Haydar Aksu öğretmenim ile Burhan Apaydın öğretmenim gönüllü bir koşuşturmacının içindeler. Bölgenin Turizm potansiyelini artırmak için canla başla kapıları aşındırıyorlar ve yüzlerini kızartıp kapı kapı dolaşıyorlar. Kuş cenneti ile, Baraj gölleri ile, uçuş tepeleri ile, ve uçsuz bucaksız sahilleri ile, tarihi geçmişi ve kaya mezarlarıyla Turizm alanında bizde varız demek için birde dernek kurmuşlar. Dernek çatısı adlında 25 tane bölgeye rehber yetiştirmişler ama iş alanı oluşmamış daha, iş alanı olsun diye otel yapmak isteyen yatırımcılara ön ayak olmaya çalışıyorlar, pansiyonculuğu teşvik ediyorlar köylüyü bilinçlendirmeye çalışıyorlar, daha bir çok konuda yağlarında kavruluyorlar.

Başka güzel şeylerde oluyor Bafra’da. Bu güzel işlerin için de ki güzel insanları ve olayları daha sonra yazacağım.

Attığım başlık ile sizlerin bu yazıyı okutmayı başardım ise ve bu güzel olan şeylerden haberden edebildimse başlık işe yaramış demektir.

Fedai Çakır
24 Temmuz 2015, İstanbul

e1fa67_07df1a5222304a589b850a8d93b99a28

e1fa67_5579ce91365e44b09c4517e19e8e8294

e1fa67_732196c6c0da4e10b3793550caece29c

HAYAT HAYAT NE ACIMASIZSIN SEN BE HAYAT

e1fa67_c90df5be22794b77a8c365b39426c14f

Onun hakkın da bir çok hikaye dinledim. Hatta bir tanesini yazdığım sinema filminin için de  kullandım.

Çok eskilerde olmasa bile bize göre çok eskilerde kalan bir tarihte köyümüz de bir Talip amca varmış. Bu Talip amca geceleri katırını mezarlığa salıyor orada otlamasını sağlıyormuş. Tabi ki bunu yaparken köylülerin rızasını almadan yaparmış. Bu durumdan rahatsız olan köylüler dedeme gelip bu işe çare bulmasını istemişler.

Yüksel abim en büyük amcamın oğludur ve ilk torun olması münasebetiyle bizlerle kuzen olmasına rağmen bize hep bir amca gibi gelmiştir. Kısaca dedemin en büyük torunu olur kendisi.  Dedem yanına çağırır ve Yüksel ağabeyime Talip’in yaptıklarını söyler ve gidip söyle yapamasın der. Dedem köyün önde gelenlerinden ve bir dönem muhtarlık da yapmış bir kişi olarak bu isteği Talip amcaya iletmede kendinde hak görüyor belli ki yada köylünün o zman baskısı ile bunu iletiyor.

Yüksel ağabeyim ise kendince bir çözüm üretiyor. Beyaz bir çarşaf alarak mezarlardan birinin içine yatıyor ve Talip amca katırını getirdiğinde ayağa kalkıyor. Olayı hayallerinizi de canlandırmanız için şöyle bir mizansen çizeyim size.  Olayın olduğu yer Karadeniz’in yüksek dağlık köylerinden biri, araç yolu yok, elektrik yok yarı ilkel yaşanan bir dönem ve ormanlık zifiri karanlık bir mezarlık.

Yüksel ağabeyimi mezarlıkta çarşafta gören Talip amca koşarak evinin yolunu tutar ve kapıya vurmaya başlar ‘Havva aç, Havva aç, hortlak hortlak’

Rivayete göre o günden sonra ise o günden sonra mezarlıkta bir daha katır otlatan olmamış.

Geyik Gölü  diye bir yer vardır. Benim yeni çıkacak masal kitaplarımın konusu da burada geçer. Burası dağlık olan köyün dibinde derenin kenarı ve içinde göl olan bir yerdir. İşte burada bizim fındık bahçelerimiz vardır. Burada o tarihte fındıklar katırlarla taşınır ve çok meşagatlı bir işlem olan bu iş günde üç dört kez yapılırdı. Yüksel abim bir gün kalk sen katırı yüklerken kaçır katırı. Katır akıllı hayvandır evini bulur basıp gidiyor boş olarak eve.

Yukarı da bahsettiğim dedem sert mizaçlı ve biraz da gaddar çocuklarına torunlarına karşı da acımasız bir yapıya sahip. Yüksel abim katırı kaçırmışlığın korkusu ile katırın iki çuval yükünü sırtlanır ve o kadar yokuşu saatlerce taşıdığı söylenir.

Bu hikayeleri çocukken kimden dinlediğimi hatırlamıyorum bile, doğruluğunu hiç sorgulamadım, Yüksel ağabeyimi de sormadım, sormayı da düşünmüyorum. Ben bu hikayelerimle böyle mutluyum çünkü.

Orman muhafaza memuru olarak ekmeli olan bu abim, önce bir felç oldu yürümekte zorlukla geçen yıllar sonrasın da kanser denen illet ile tanıştı.

Ailemde iki amcam kanser tedavisi görüyor ve Yüksel ağabeyimle üç kişi kanser illeti ile mücadele ediyor.

Çernobil’in etkisi olmadığını birisi bana inandırsın.

Hayat hayat ne acımazsın sen be hayat. Eritmişsin ağabeyimi be hayat.

Fedai Çakır

17 Temmuz 2015, Giresun

BAYRAM GELMİŞ NEYİME

e1fa67_a609e4b5ba3447a89fbdc4b062f94e8f

Bayram yaklaştığın da televizyon muhabirleri ellerine alırlar mikrofonu ve çoğu eften püften olan sokak röportajları yaparlar.

Muhabir sorar: “Eski bayramlar nasıldı?”

Genelde birbirine benzeyen cevaplar olur “Eski bayramlar diyerek başlayan cümleler. Bu gün bende kendimle röportaj yapayım dedim ve sordum kendime

– Eski bayramlar nasıldı?”

Eski bayramlar inanılarak geçirilen bayramlardı. Yani gösterişten uzak, dini bayramlar dinin emrettiği şekilde kullanır milli bayramlar ise gerektiği şekilde coşku ile.

İnsanlar saygılıydı, hoşgörülü ve sevgi dolu olurlardı en azından o günün bayramın hatırına bunları yapmaya gayret ederlerdi. Kimse kimseyi kırmamaya çalışırdı. Çalışırdı diyorum çünkü; Artık bayram da bile yol verdin vermedin kavgalarını yaşar olduk.

Küsler vardır birde hani yıl için de bir nedenden dolayı birbirine küsler. İşte bayramlar barış için bir fırsat olur, büyükler devreye girer barışın olmasını sağlarlardı yada küçük olan ben küçüğüm der el öpmeye gider barış yine sağlanırdı. Sağlanırdı diyorum eskiden bu kadar kin ve nefret sürdürülür değildi.

Mahallenin çocukları el öpmek için kapı kapı dolaşırlardı hiç kimse o çocukları horlamaz, azarlamaz kapıdan bağırarak kovmazdı.

Büyüklerin yada ailenin yanına gidilememişse içten üzüntüler yaşanır, gönül alınana kadar telefonlarla konuşulurdu. Konuşulurdu diyorum bayram tatilini bahane edip, büyükleri ziyaret edeceğine çogu hava olsun diye bir yerlere tatile giden ve büyüklerine çok sonra aaa biz “… şurada tatildeydik” diyerek hava atandan geçilmiyor artık.

Etrafımda bayramı bahane edip annesi babasının yanında tatillerini geçirmeyen çok insan gördüm, sonrada onları kaybettiğin de yalandan gözyaşları.

Benim annem babam Allah’ın rahmetine kavuşalı çok oldu, lakin annesi babası yaşayanlara sesleniyor. Vakit daha erken koş bayramı annen babanla yaşa doya doya hem de.

Cahit ZARİFOĞLU’un şu mısraları bu günümüzü ne de güzel anlatmış;

Eskiden sadece kışlar soğuktu. 
Şimdi ise,
İnsanlar soğuk,yürekler soğuk…

 

Fedai Çakır

13 Temmuz 2015, İstanbul

ZOR OLAN

e1fa67_04a2f8e1277f422fab6ac02764b140ff

Düşündünüz mü? Sizin için zor olan nedir?

Hayat denilen yaşama çabası için de en çok zor olan şey nedir? Eğitim, İş, geçinme çabası karın doyurma sevdası mı?

Aslında hepsinin temelin de karın doyurma yatmaktayken çabalarımızın çoğu ise bunu aşıyor.

Bir araba almak, var ise yenilemek.

Yıllarca borca girip konut sahibi olmak,

Çocuklarımız için eğitimine dökülen, dershaneler, özel eğitim masrafları.

Senede 15 gün, her şey dahil tatil için harcanan paralar, ödenen taksitler.

Bol keseden alınan ayakkabılar, elbiseler ve.

Sırf lüks görüntüsü yüzünden AVM’ler de yemek için harcana paralar, kendimizi biraz daha gösterişli, daha zengin daha çaf çaflı göstermek için harcanan paralar ve bu paraları kazanmak için insanlığından çıkmış insanlar.

İnsanlığından çıkmış insanlar diyorum. Şöyle bir bakının kendinize ve çevrenize öyle değil mi? Çoğumuz.

Sadece karın doyurup sevdikleri ile zaman geçirebilse insan nasıl da yaşanır olur değil mi? Dünya.

Zor olan nedir dedik ya, zor olan aslında mala mülke bağımlı olmamak, mutluğu sevdiklerimizle geçirdiğimiz zaman olarak algılamak, yani zor olan yaptıklarımız değil yapmamamız gerekeni yapmak.

Bir zor olan daha var, aslında bu zor olanda bizlerin kolayı seçmemizden kaynaklanıyor. Ön yargı ile davranıp sevgimizi hep saklamamız ve göstermemiz. Bırakın kolaya kaçın ve doğayı, hayvanları ve insanları sevin.

Aşık olmaktan duygularınızı belirtmekten söylemekten korkmayın, sakin olun, stres yapmayın hiçbir şeyi hayata panik atak olarak yaklaşmayın hayata sukut olarak yaklaşın, unutmayın her şey varacağına varıyor zaten.

Mutluluğun formülü; mala mülke bağımlı olmamak, yaşamak için çalışmak, doğayı, hayvanları ve insanları sevmek, aşık olmak, duygularınızı saklamak, sakin olup yaşamı akışında değerlendirip yaşamak.

Kısaca zor olan, “basit olanları yapmak yerine, yaşamak için zoru seçmemizdendir.

Bize yaşamın için deki çarkta ezilip gitmek normalmiş gibi öğretildi ve bizler bu öğreti içinde yaşıyoruz. Ama bil ki “Sürekli normal olmaya çalışırsan, asla ne kadar muhteşem olabileceğini öğrenemezsin.” (1)

 

Fedai Çakır

6 Temmuz 2015, İstanbul

 

Kaynak: (1) Sürekli normal olmaya çalışırsan,
asla ne kadar muhteşem olabileceğini öğrenemezsin.
Maya Angelou

NE YAZACAĞIM?

e1fa67_e8b7f89930254477a34f9c6250b0bbf1

Yazı yazma süreci bazen çok sancılı olabiliyor, yazacak konuya adapte olmak sonrada o konuyu akıcı bir dil ile satırlara aktarmak mümkün olmayabiliyor. Mal mal ekrana bakıp ne yazsam bu hafta dediğim günler çok oluyor.

Bazen siyasetin yapmış olduğu yıpratıcı etki karşısında, çökmüş, umutsuz ruhları yazayım diyorum, yazmaya başladığım da ise yazamıyorum. Nedeni genelde ben dahil siyasi konulardan gına gelmiş olmamız oluyor.

Bu hafta da yazmak istemiyorum; Nedeni mi?

  • Doğu Türkistan da Çin’in yaptığı soy kırım ve zulüm görüntülerini izledikçe bireysel bir şey yapamıyor olmaktan dolayı yaşadığım çaresizlik ve Türkiye’nin sessizliğini anlayamamış olmamım verdiği üzüntüden dolayı yazmak istemiyorum.
  • Başta Irak, Suriye ve Ortadoğu topraklarında yaşanan kanlı çatışmaların verdiği masumların ve halkların çektiği zulüm’e dünyanın seyirci kalmasını anlayamamanın verdiği üzüntüden dolayı yazamıyorum.
  • Edirne de bir bekçi köpeğini pompalı tüfek ile vuran vahşi insanın savcılık tarafından serbest bırakılmasını anlayamamanın verdiği üzüntü yüzünden yazamıyorum.
  • Bizleri koruması düzeni sağlaması gereken bir mesleğe ait İzmir Çiğli de komiser yardımcınsın soğuk kanlılıkla bir köpeği tabancası ile vurmasının nedenini anlayamamanın verdiği üzüntü yüzünden yazamıyorum.
  • Tecavüz edilip vahşice öldürülen Özgecan’ların ve Cansu’ların yaşadıkları bu topraklarda ki erkekleri anlayamamanın verdiği üzüntü yüzünden yazamıyorum.
  • Daha nice kadına yaşatılan şiddetin nedenini anlayamamanın verdiği üzüntü yüzünden yazamıyorum.
  • Adalet denen olgunun sadece bir kadın ismi olduğunu düşünüp Vefa’nın da bir semt adı olduğunu anladığımdan yazamıyorum.
  • 6 yaşında eğitim adına yarışa başlatılan çocukların, yetişkin birer olduğu halde neden eğitim adı altında Gazi at koşusuna yetişen at gibi yetiştirildiğini anlamamadığımdan yazamıyorum.
  • Üç beş kuruş fazla harcama yapmamak için işçilerin hayatını hiçe sayan şirketlerin neden insan hayatına önem vermediklerini anlayamadığımdan yazamıyorum.

Niçin yazamadığımı, yazmaya kalmak, yazabileceğim en uzun yazı olacak gibi. Psikolojisi bozulmuş bir toplumun psikolojisi bozuk yazarlardan mı oldum.

Tek tesellim, hayallerim… Hayallerim ve umutlarım yaşamak için her daim bir neden sunuyor bana.

Hayallerime inanan, hayal ortağı lazım bana… Dünyanın kötü insanlarını unutturacak.

 

Fedai Çakır

29 Haziran 2015, İstanbul