BEKAR AMA ÇOCUKLU KADINLAR

e1fa67_c13b61963bd54b07a8fd5b6acdf79728

Ekonomin büyümesi, büyük şehirlerin artması ile daha çok belirginleşen “bekar ama çocuklu” kadınlar.

Avrupa’da yada Amerika’da olduğu gibi çocuk sahibi olma duygularını gidermek için çocuk sahibi olmuş kadınlar değil bunlar. Bunlar gönlünü bir erkeğe vermiş onunla iyi günde kötü günde bir yaşama EVET demiş kadınlar bunlar.

Ben diyeyim üç beş yıl siz deyin beş on yıl sonra evde başlayan çatırdamayla başlayan kavgalar geçimsizlikler en önemlisi geçinememe ile baş gösteren hayatı dar eden yaşanmazlıklar.

Her şeyi göze alıp EVET diyen bu kadınlar, kötü yaşam koşullarına, gördüğü kötü muameleye, çocuğu ile düşeceği kötü şartlara HAYIR deyip boşanan kadınlar.

Her birinin hikayesi ayrı, her birinin gözlerinde ayrı yaşanmışlıklar saklı, her birinin mücadelesi bambaşka ama hepsinin ortak özelliği kendi ayaklarımın üzerinde dururum ve çocuğuma da bakar yetiştirim sevdası.

Bazıları eşinden şiddet görmüş, bazıları aşağılanmış, bazıları ise ekonomik şartların kötü oluşunun sebebi olarak görülmüş, bazılarının ise kadınlığına laf edilmiş hep suçlanan, itilen kakılan olmuş bu kadınlar.

Bir yudum sevgiden başka şey beklemeyen, çocuğunu yetiştireceği sıcak bir yuva diyen bu kadınlar, bekleneni veremeyen erkekten hiç çekinemeden eyvallah deyip hayata sıfırlayan kadınlar bunlar.

Özellikle yeni boşanmış kadınların gözlere bakıyorum, facede, sosyal medyada paylaştıkları fotoğraflarda o insanların gözlerine bakıyorum… Görecek olduğunuz: feri gitmiş gözler ve mutsuzluğu gözlerine yansımış, yaşamak için yaşayan insanlar topluluğu olmuş çoğu.

Kimse anlamamış ne büyük mücadele içinde yaşam savaşı verdiklerini, en çok da yakın çevresi belki de aile etrafı boşandı diye suçlu saymış kadını, daha da ileri gitmiş yardım edeceğine bu zor zamanlarda tam tersini yapmış yapayalnız bırakmış kadını.

Eli öpülesi, muhteşem kadınlar işte bunlar. Her şeye karşı dimdik duran birer abide gibiler, varım, yaşıyorum, kimseye de muhtaç olmadan yaşıyorum diyen kadınlar onlar.

“bekar ama çocuklu” kadınlar.

 

Fedai Çakır

30 Kasım 2015, İstanbul

HER ŞEYİ “NADAS”A BIRAKMIŞ GİBİYİM

e1fa67_9cd2355500af41b6aa749905934a1c59

Çitçiler bilir ki nadasa bırakılan toprağın verimi bir sonraki hasatta daha çok olur.

Nadas sırasında toprağın dinlediği, kaybettiği vitaminleri, içerisinde olan bir çok karışımı geri aldığı ve yeni tohumlar toprağa saçıldığında bu tohumlara bu yenilenen güç ile can verdiği farz edilir.

Bir şeyler yazmak için zaman zaman kendimi nadasa bırakmış gibi hissettiğim çok olur. Nadas sonunda bir çırpıda yazılan mısralar, kitaplaşan satırlar olur. Tabi benim yazma nadas’ım toprak’ta olduğu kadar kısa olmuyor, birkaç yılı bulabiliyor.

Ama bu sıralar farlı bir Nadas’ta olma hallerim var.

Çok çalışıp çok üretmeme rağmen karşılığını bir türlü alamama gibi, depresyon hallerine girecek gibi yaptığım işlerden artık zevk alamama gibi, dışarı çıkıp yürümek istemekle beraber çıkmamayı tercih etmeler gibi, arkadaşlar ile buluş lak lak yapmak ile yapmamak arasında kalmalar gibi…

Bir insanın çok fazla yetenekleri olup da bir türlü bu yeteneklerinin karşılığını alamamasının verdiği nahoş duygu ile yaşamı nadas bırakmak benim ki.

Karşılığı olmayan bir çok güzel şeyleri yapabilmek, başkası için çok zor olan işleri bir çırpıda yapabilmek, zor kelimesi, olmaz kelimesini yok sayabilmek, zorlanmadan her işi yapabilmek bilinmeyenleri bir çırpıda öğrenmek benim ki.

Yaşamı Nadas’a bırakmak; karşılığı olmayan işleri yapmamak, zor işleri zorlanıyormuş gibi zaman yayarak yapmak, bilmediğin bir konuyu öğrenmeye çalışmadan yaşamak, pratik ve hızlı iş yapmadan çalışıyor olmak mı? olmalı.

Benim için Nadas, yazma sürecinde faydalı. İş yaşamında ise faydasızca yaşamak demek.

Fedai Çakır

23 Kasım 2015, İstanbul

YAŞAMA KÜSÜM, YAŞAMAYA DEĞİL

e1fa67_311be45b48ff4ba69b32c2b1b8edcf14

Yaşama küs olmak ama yaşamayı da yüksek enerji ile yaşamak, her şeye inat yaşamak, herkese, yaşanmışlara yaşanacaklara inat yaşamak…

Yaşam’a küs olmak demek;

  • Oksijensiz bir şehirde ömür tüketmek demek,
  • Trafikte saatler geçirmek demek,
  • Saygıdan yoksun insanlara katlanmak demek,
  • Sevmeyi ve sevilmeyen insanlarla bir arada olmaya çalışmak demek,
  • İki yüzlü, dışı ayrı içi ayrı kötü insanlar ile yaşamak demek.
  • Sürekli elektrik, su doğalgaz, telefon vs gelen faturaları ödemeye çalışmak demek,
  • Ev kirası, okul harçı, çocuğun servis parasını karşılamaya çalışmak demek,
  • Banka kredi borcu, kredi kartına her ay para yetiştirmek demek,
  • Yaşayabilmek için Pazar, giyim kuşam ekmek parası kazanmak demek,

Kısaca yaşam’a küs olmak demek, üç kuruş içim ömür boyu mesai harcamak, sabah mesaiye gitmek akşam ise mesaiden gelmek demek.

Yaşamak demek;

  • Herkese, her şeye rağmen mücadele edip onuruyla ölene kadar mücadele demek,
  • Bir tutam sevgiyi çok görmelerine rağmen yinede karşılıksız sevmek demek,
  • Sevgini belli etmekten ve korkmadan söyleyebilmek, belli etmek demek,
  • Pis, ısırır hatalık bulaştırır, tüyü kaçar vs. demeden hayvanları sevmek, onları öpebilmek demek;
  • Kadın, çocuk, büyük küçük demden bütün insanlara saygı göstermek demek,

Yaşamak demek, hayal kurup bir gün hayatın daha güzel olacağını düşünmek demek, yaşamın unut dediği anda yaşama umut ile sarılmak demek. Kısaca ben;

Yaşam’a küsüm, ama yaşama değil, her zorluğa her sevgisizliğe rağmen yaşamaya ise EVET.

Fedai Çakır

15 Kasım 2015, İstanbul

BABAM HAKKINDA BİLİNMEYENİM

e1fa67_1071d0086ee844b99cfcca16b1393504

Çok sevdiğim amca oğlum Yüksel abim, kansere yenik düşüp hakkın rahmetine kavuştu. Cenazesi için köyümüze gittik ve yapılan törene katıldık. Katıldık diyorum çünkü ölüm haberi geldiğinde İstanbul’da ve başka şehirlerde yaşayan akrabalar hemen köyümüze doğru hareket eti. Bende abim ve yengemle onların araçları ile köyümüze intikal edenlerdendim.

Köyün sakinliğinde insanlar doğal olarak birbirleri hakkında, ölenler yada yaşayanlar hakkında konuşmayı severler. Hele de uzun süre birbirlerini görmeyen akrabalar bir araya gelince bu muhabbetler uzarda uzar.

Şu öyle yaptı, bu böyle yaptı, onun bunu var, şunun şuyu var, benim buyum var, rahmetli şöyleydi, böyleydi. Vs. sohbetlerin ana konusu olur.

Herkes ayrı bir havada ayrı bir insana dönmüştür sanki. Yaşadıkları şehirlere döndüklerinde o sakin tek düze hayat onların hayatı değildir adeta, köyde hem mutludurlar hem de mutsuz.

Mutludurlar; Köyleri nefes almalarını sağlar, yaşadıklarını hissederler bu topraklarda. Mutsuzdurlar; Birkaç gün sonra yine döneceklerdir tek düze yaşamlarına, ekonomik savaşlarına var olan işlerini yapmak için işlerinin başına.

Birde sohbetlerin can sıkıcı yanları vardır birazda onların mutsuzluğu çöker ruhlarına. Nede olsa Tanrı dünya nimetlerini adil dağıtmamıştır yaşayan kullarına.

Benim için de mutlu ve mutsuz olduğum noktalar vardı elbet. Sülalenin fas fakiri olarak mutsuzluğum yoktur ama saygıyı yeterince görememek elbette mutsuz ediyor insanı.

Banyoda iken ağabeyimin gelip hazır olmadığımı görüp de beni dağın başında bırakmasını, kuzenlerime vedalaşmak için uğradığımda kapıda hepsine ait üç beş araç varken yolda bekle araba gelir diye akıl vermelerini saymaysak mutluydum genel olarak.

Sırt çantam yaklaşık 7 km yürüyerek kasabaya ulaşmaya çalışan beni, kasabaya az bir yol kala gelen bir araç’ın beni alması ise mutluluğun en güzeliydi.

Yürümekten ağrıyan ayak bilek kaval kemiğimin yürümekten kurtulmasına değil di mutluluğum. Beni mutlu eden beni yoldan alan kişinin rahmetli babamın arkadaşı olmasıydı.

Bizim oraların adetindir birbirini tanımayan insanların birbirini tanımak için şu soruyu sormaları;

“Neredensin?, kimlerdensin?”

Amcanın bu sorusunu cevaplamıştım elbette, Elmabelen’den Ali, Şahender Çakır’ın oğluyum diye.

Amcanın gözleri doldu.

“… Babanı iyi tanırım, benden 7-8 yaş büyüktür. O burada odun tomruk işi yapardı. Derelerden tomruk taşır satardı. Ailesini geçindiremeyince İstanbul’a gitti. Bizim buralardan İstanbul’a ilk gidenlerdendir baban. Yaşımız ufak, birkaç arkadaş bizde İstanbul’a gittik sonrasında. Baban Zeytinburnu’nda bir kahvede garsonluk yapıyor. Hafta sonları yanına uğrarız. Bilir bizde para yok. Yedirir içirir bizleri. Sonra haftaya tekrar gelebilelim diye cebimize para koyardı. Onunda annenin de buralardan yurt dışına yada İstanbul’a giden herkes hakları vardır.”

Babam hakkında bu bilmediğim ayrıntıları dinledikçe bede duygusallaştım, bir çay ocağında oturduk uzun uzun sohbet ettik. Bundan daha güzel mutluluk yoktu benim için.

Rahmetli babam ve annem hakkın da hiç nalı mülkü severdi dendiğini, yada kötü bir şey dendiğini duymadım. Onu tanıyan yaşlı insanlarla ettiğim her sohbette onlar için güzel şeyler söylediler her daim.

Yüksel abim için; bilirim birkaç densiz çok içerdi diyecek. Ama bilirim ki onun arkasından da kötü söylenecek hiçbir şey söylenemeyecek.

Yerin dolmayacak sayın abim.

Ö Z L E N E C E K S İ N.

Hayat kısa ama “Geniş”…

 

Fedai Çakır

9 Kasım 2015, İstanbul

UMUT en büyük ANTİDEPRESAN

e1fa67_36e6095e0aa74a168d96884aef548169

1 Kasım akşamı kendini çaresiz hisseden, baskı altında özgür hissetmeyen insanların korkularının panik ataklarının arttığı bir akşamdı.

Boş boş bakan gözler, öfke dolu kelimelerin olduğu bir akşamdı.

Korku,

Panik,

Çaresizlik ile kaplı bir akşam.

Kimdi / Kimlerdi bu oyları verenler.

İlk kez gerçekten BARIŞ kapıyı bir kere çalmıştı…

CHP ile MHP’nin koalisyonuna dışarıdan HDP’nin desteği ile çözüm süreci tüm çıplaklığı ile mecliste ortaya dökülebilirdi.

HAYIR diyenler bunu göremedi.

Geçmiş dönemin iktidarının yanlış olduğu iddia edilen konularda meclise taşınıp hesapları sorulabilirdi.

HAYIR diyenler bunu da göremedi.

%10’luk Baraj sorunu, demokratik haklar, yeni anayasa ve daha bir çok konu meclise uzlaşma ile çözülebilirdi.

HAYIR diyenler bunu da göremedi.

HAYIR diyenler biraz düşünmüş olsaydı Kasım gecesi hiç yaşanmayabilirdi.

Yine sağduyu, yine barış, kardeşlik ve sandıktan çıkan milli iradeye saygı göstermekten başka çaresi yok çaresiz kalanların.

UMUT en büyük antidepresan oldu umutsuzluğa kapılıp çaresizliğe kapılanların.

Alıp başımı gidesim var.
Siyasetin olmadığı bir yere…

Çiçero ne de güzel demiş; “Kimlerden kaçacağımı biliyorum
Ama kimlere sığınacağımı bilemiyorum.”
Fedai Çakır

2 Kasım 2015, İstanbul