Etiket arşivi: fedai çakır

VİCDAN İNSANIN İÇİNDE Kİ TANRIDIR

e1fa67_e48a0d0c302647579f9e14d292b5498e

Yine bu gün içi kapkara, ruhu ve kendisi kötü dünyaya gelemeseymiş iyiydi dediğimiz türden bir 15-16 yaşlarında bir çocuğun bir köpeğin tasmasından sıkı sıkı tutup tekmelediği bir video izlemeye başladım. Diyarbakır hayvan severler sosyal medyaya taşımış bu videoyu. Tekmeler karşısında sadece bağırıp ağlayan hayvancaz belli bir süre sonra yere çömeliyor belki beni dövmez diye sanırım. Ama çocuk yerden koca taşlar alıp hayvanın kafasına kafasına atıyor bir iki değil bir çok taş hayvanın önce güçlü bağırması cılızlaştıkça cılızlaşıyor sonra ise tamamen yok oluyor.

Köpeği dövüp taşlayanımı lanetleyim, bunu gölgesinden daha yetişkin olduğunu anladığım videoya çekenimi lanetleneyim bilmedim. Allah’a havale etmiyorum elbette.

Bu kediye ne yaptığımı bile ödül var deyip kediye benzin döküp yakan yaratığı gördüğümde ne diyeceğimi bilemedim polis peşinde düşmüş diye duymuştum en son.

Kediyi defalarca bıçaklayıp sonra da başını kesen üniversiteli genci bir çoğumuz duymuş olmalısınız. Polis onu yakalamış yargılanmasını sağlamıştı lakin hafif bir ceza ile kurtulduğunu duymuştum en son.

Anadolu da motorun arkasına bağlayıp kilometrelerce bir köpeği koşturan insan müsfettesinin elinden kurtaran bir adama köpek benim sana ne? deyip saldıranı da gördük elbette. Buna rağmen köpeği kurtaran koca adamın köpek için ağlamasıydı en son gördüğüm.

En çağdaş dediğimiz şehirlerden İzmir’in bir ilçesinde bir kangal köpeği aracına almayıp tampona bağlayan o kişiye ne demeli. Allah’tan hayvanın idmanına yoldan geçen bir avukat yetişiyordu. En son valiliğin köpeği aldığı ve bunu yapan kişiye de para cezası kesildiğiydi en son duyduğum.

O kadar çok ki sosyal medyaya yansıyan olaylar var ki ben bir kaçını size yazdım. Belki içinden bir yada bir kaçını sizde izlemiş içiniz parçalanmıştır. Bunları da değil ise de illa buna benzer olayları gösteren bir video düşmüştür illa ki duvarınıza.

Belki izlemeye dayanamıyorsunuz çoğu zaman sonunu getiremiyorsunuz benim gibi. Öfkeleniyorum hem de hiç olmadığı kadar öfkeleniyorum. Bu insanların dünyasında yaşamak istemiyorum diyorum. Ama sonra diyorum ki Alla ha mı havale etsek. Yok yok olmaz bunları biz insanlar çözmeliyiz.

Hangimiz istemez ki yaşadığımız şehir ülke güzel insanların vicdanlı insanların yaşadığı güzel bir yurt olsun? Sanırım hepimiz evet isteriz dediğinizi duyar gibi oldum bir an. Peki bunun için elimizden gelenleri yapıyor muyuz?

Peki o zaman Allah’a havale etmeyi bırakalım ve artık Türkiye’de hayvanlara şiddettin ciddi yaptırımları olan kanunlar çıkaralım. Para pul ile geçirilecek konular değil bu konular. Hanginiz o köpeği o şekilde taşlayan çocukla çocuğunuzun aynı sınıfta okumasını istersiniz, yada kediyi bıçaklayan o üniversitelinin olgunuzun yurt arkadaşı olmasını.

Bu insanların normal olabileceğini düşünmüyoruz değil mi? O zan hem ceza sistemin ciddi olmalı hem de bu insanların tedavi için devletin ciddi manada atılım yapması lazım. Yoksa bu ülkede ki tek ruh sağlığı bozuk insanlar onlar değil toplum olarak bunları seyreden bir çoğumuzda bu kervana katılacağız.

“Vicdan insanın içinde ki Tanrıdır.”

 

Fedai Çakır

8 Şubat 2015, İstanbul

KOKLA GİTSİN / İki yüzlü kadınlar ve erkekler

e1fa67_719699d753244db99825e0a09cf9c704

Kadın ve erkek ilişkileri insanlığın var olduğu sürece çözümü de zor olan çözülemeyen konuların başında geliyor nedense.

Bir yıl önce ayrıldığı sevgilisini düşünen kadınlar var iken yada ayrılıp hatta evlenen eski sevgilisini takıntı haline getiren erkeler olduğu sürece bu konularda çözümlenecek gibi değil sanırım.

Aslında hayvanlar gibi olmak vardı da diyebilir. Kokla gitsin

Evren bilinmez lakin Dünya’da yaşayan canlılar içinde düşünme, akıl etme ve yorumlayabilme yetenine sahip olan insan. Peki bu yeteneği yaradan ödül mü yoksa ceza olarak mı vermiştir bilinmez.

İnsan oğlu içinde bir çok ayrılıkları bu düşünme yeteneğiyle eyleme dökmektedir. Dünya üzerinde ki savaşların çıkma nedenlerinin altında da bu eylem yatmaktadır, ayrık düşünme ile çıkan eylemler bir çok suçun temelinde oluşturmaktadır.

Kadın ve erkek ilişkilerinde de öyle değil mi? Hayvanlarda olduğu gibi güç, görsel beğeniyle olsaydı yaşam bel ki de daha güzel olacaktı hayat.

Kadın erkek arasın da çıkan fikir ve düşünme çatışmalarının için den çık çıkabilirsen. Sahte erkekler, sahte kadınların dolu olduğu bir dünya da yaşıyoruz aslında.

İlişki ve arayış yorgunu kadın/erkeklerle dolu etraf. Kime dokunsan sahte erkek sahte kadından iki yüzlü hayattan bahseder olmuş.

Her şey iki yüzlü ise kadın ve erkekler iki yüzlü ise nendedir bu arayış. Sadece seks olmadığı aşikar arananların.

Sanırım yaradan bu yüzden biz insanları düşünme ve hissetme duygusu ile yaratmış seks dışında da karşı cinste bir şeyler bulmayı arayabilelim diye.

Kadına/erkeğe duymak istediğin cevapları almak için soru sormayacaksın, duymak istemediğin soruları sormak, hem seni hem onu incitebilir. Belki de sorularla iki yüzlü erkeleri ve kadınları kendimiz yaratıyoruz.

Bir ilişkide çiftler geçmişleri ile değil beraber oldukları tarih itibarıyla birbirlerine sorumlu olmalıdır diyenlerdenim.

Unutmayalım ki insanlar koklayarak değil yaşayarak ilişkilerini sürdürebiliyor…

Fedai Çakır

2 Şubat 2015, İstanbul

BİR GURBET ÖYKÜSÜ

e1fa67_387eca9f7c5b4563ad0d7389d09322c2

İstanbul’da doğum büyümeme rağmen bir yıl memleketim olan Giresun’da ilk okula gitmiştim. Bu eğitim maceram da aklımda kalan anılarımın başın da iki günde bir okulda yakmak için kar kış demeden bir dal odun götürdüğüm, sınıf da sıra arkadaşımın lakabının Patlıcan Halil olduğu, bir de sınıfın en tembeli olup en arka sıra da oturmaya mahkum olduğumdu.

Neden köyde eğitime devam etmem gerektiğini anlayamamam tembelliğimden den dolayımı yoksa hakkeden köyde ki çocuklar benden zekimiydi bilinmez. Çocuklarla tek ortak yanım çoğumuzun babası bazılarımızın anasının da Yurt dışında olduğuydu.

Ne garip bir duygudur aslında babanız ananız yaşıyorken onlardan ayrı yaşıyor olmak. Var ile yok arasında bir hayat.

Amerika Birleşik Devletlerinden de yayın yapan o ulusal kanal CNN’e bile konu olmuş bir kasabanın çocuğuymuş meğer ben.

New York’un en çok Türk nüfusuna sahip olan kasabası Yağlıdere’den çıkmış bir babanın çocuğuymuşum meğer.

CNN, New York sokakların da röportaj yapıyor ve soruyor.

– Türkiye’yi biliyor musunuz?

– çat pat bilenler çıkıyor,

– Peki İstanbul’u biliyor musunuz?

Türkiye’ye oranla İstanbul’u bilenler daha fazla elbette. Sanırım bunun nedeni Bizanslara kadar dayanan bir bilgi de olabilir.

Nüfusunun yoğun oluşuna yada o muhteşem boğaz güzelliğin den dolayı da olabilir. neden ne olursa olsun İstanbul daha çok biliniyor.

Oda ne ekranlara ilginç bir istatistik yansıyor, CNN muhabirinin de haber yapma nedeni de bu. Muhabir soruyor.

Yağlıdere’yi duydunuz mu? Nerededir?

Bilinirlik anlamında Türkiye’nin de İstanbul’un da önüne. Bazı ABD vatandaşı Türkiye’nin başkenti bile sanıyor

Yağlıdere New York’ta bilinen tanınan bir şehir olmuş bile.

Nasıl oluyor da 7 bin kişi nüfusu olan bu kasaba bu kadar tanınıyor buralar da.

Malum Kurtuluş savaşı sırasın da bir çok Rum aile Yunanistan’a, Avrupa’ya ve ya ABD’ye göç etmişler. İşte bu Rumlardan bir tanesi yıllar sonra göç ettiği Giresun’a geliyor. Yağlıdere de bir terzi ile arkadaş oluyor. Terzi bu kişiyi misafir ediyor, ağırlıyor, gezdirip, yedirip içiriyor. Sonra giderken tekrar geleceğini söylüyor geldiğinde de terziyi de Amerika’ya götüreceğini belirtiyor.

Belki bu sözler o an söylediğinde duygusallıktan söylenmiş gibi gelebiliyor ama hakkeden de geri gelip bizim terziyi de alıp Amerika’ya dönüyor.

İşte terzi ile birlikte Amerika; bizim kasaba için bir geçim kaynağı, iş alanı, yeni bir vatan oluyor. Tabi başta da New York şehri.

Söylentilere göre New York’ta on binin üzerinde Yağlıderelinin yaşadığı, Amerikan konsolosluğuna giden Yağlıdere nüfusuna kayıtlı kişilerin artık vize için ret yediği, gidenlerin geri gelmediği bahane edildiği ve kasabanın tek bankası olan Ziraat bankasının yurt dışından gelen ticari döviz girdisi dışında kalan en büyük döviz girdisi olan banka şubesi olduğu söylentiler içindedir.

Benim köyde eğitim almak zorunda kalma olayımda işte bu anlattığım hikayenin bir parçasıydı.

Her Yağlıdereli Amerika’yı görüyor, yaşamasa da illa bir kere gidiyor mantığı olsa gerek Rahmetli babamda o dönem de Amerika’ya gitmiş iki yıl kadar çalışmış. Benim çocuklarım bura da kaybolup gider deyip tekrar geri döner. Emekli olduğu döküm fabrikasında işe başlar.

Gurbet işte böyle sevdiklerinden ayrı koyan bir şey…

Gurbet gidene de arka da kalana da zor olan bir şey…

Avrupa’ya göç’ün 50. yılının kutlandığı şu günler de hadi anlat desen ne anılar ne maceralar vardır gurbetli de. Yada şöyle sonlayalım

“Her gurbetçinin kitap olabilecek bir hikayesi var aslında…”

 

Fedai Çakır,

16 Ocak 2015, İstanbul

Onun adı ALİ. Döküm ocaklarına aşık ALİ

e1fa67_34e864d8aca541029a412da81bfdb166
Ali Çakır

Size bir adamın anlatacağım yakışıklı uzun boylu döküm ocaklarına aşık bir adamı.

Haliç’in bataklık olduğu dönemler de bu deltanın kıyısında kurulu bir döküm fabrikası ve bu fabrikada İşçi şef Ali’nin hikayesi.

Ali’den öğrendik biz kardeşler emeğin, çalışmanın karşılığı yok ise size verilen hiçbir şeyi kabul etmemeyi, almamayı.

Motor döken koca bir fabrika da işçi olarak başlamış döküm ocaklarına olan aşkı Alinin. İşine olan tutkusu ile şef olmayı başarmış bir adam Ali.

Dört Çocuğuna ve eşine bakmak için yürüyerek gittiği o fabrika da döküm ocaklarına aşık’tı Ali.

Şef oldun dediler ama maaşına yansımayan bir rütbeyle övünmedi Ali. O sadece işini sevmesi ve iyi yapmasıyla övündü / gurur duydu. Ha bir de Genel Müdürü Turgut Özal’ın fabrikada sorun çıktığın da Ali’nin gecekondusuna uğrayıp onu da almasıyla gurur duydu.. Bu onun işini nasıl iyi yaptığının göstergesiydi.

Çapkındı,

Yakışıklıydı,

Uzun boylu idi ,

Sevecen babacandı Ali.

Ütülü kumaş pantolonu jilet gibi, gömlekleri kolalı dümdüz dururdu Ali’nin. Belki çok fazla pantolon ve gömleği yoktu ama her aman temiz ve ütülü itinalıydı Ali.

Her döküm ocağının bir ismi olur, ilk duyduğumda yadırgamıştım sonra bu döküm ocaklarına kadın ismi verilemesini duyunca daha da yadırgamıştım.

Kadın erkekler göre üstün yaradılışa sahiptir. Doğurur, yeni bir fert dünyaya getirir. İşte bu nedenlerle döküm ocaklarına her zaman kadın ismi verilirmiş.

Ali’nin döküm ocaklarının kadınlara benzediğinden mi? çok sevdiği, yoksa kadınları çok sevdiğinden mi? Döküm ocaklarını çok sevdiği bilinmez elbette.

Ali bir gün Emekli oldu ama kendini koy vermedi aynı yakışıklı bakımlı Ali idi. Eşi hastalanınca yıllarca ona baktı Ali. Çapkınlıktan uzak sanki geride kalanlara bir mesaj verir gibiydi.

Ali bizlere bir şey öğretmişti;

“Karşılığı olmayan hak etmediğim hiç bir şeyi almamıştı Ali. Buna karşılıksız Aşk’ta dahildi.”

Biz mahalleli kızlara bakıyor demesinler diye başımız önde yürümeyi Ali’nin eşinden, Çapkınlığın aşk olmadığını da Ali’den öğrenmiştik.

 

Fedai Çakır

15 Ocak 2015, İstanbul

 

DİK DUR, GÜÇLÜ OL, AŞIK OL… Dip’in Dibinde ol

e1fa67_101144ca3aab412da250c1e2c54c7282

Yaşam da nelerden güç almak gerektiğini bilmek hayatınızın dönüm noktasını da bilmek olabilir.

Her insanın dibe vurduğu zamanlar vardır bazen maddi, bazen ise manevi olur. İşte o an da size güç verecek olan ne olacaktır.

Bazılarımız için din’e, inanmaya sarılmak, bazılarımız için işine çalışma hayatına daha çok sarılmak, bazılarımız için ise aileye ve çocuklarına sarılmak, bazılarımız için alkole, uyuşturucuya sarılmak gibi olabiliyor.

Aslında güç almamız gereken en önemli davranış şekli sakin olabilmeyi başarmak, düşünce karmaşasının için de boğulmamayı başarmaktır.

Bunu yapamadığımız da bizi bekleyen en büyük tehlike ise sapkın uçlarda düşünmeye başlıyor olmak, bağımlı olmak, aileyi ve çevreyi bunaltır derecede sıkıyor olmaktır.

Bir de sık sık dip’e vuranlarımız vardır. Her daim sevgi ile dolu olan bu insanlar çevresi tarafından kullanılır ve sevgi, dostluk verdiği her insan ayağından dibe doğru çeker.

İşte bu duruma düşmemek için de, her insana hak ettiği değerden fazlasını vermemek çözüm olabiliyor.

Son bir ruh hali daha vardır. Sevgide aşk’ta her daim tökezlemek. Bunlar da her bedensel temas ile aşık olan en ufak ilgiyi aşk veya sevgi olarak algılayan ve hiç düşünmeden ruhunu/sevgisini/aşk’ını karşısında ki insana teslim eden sevgi arayışında olan insanlardır.

Peki bu duruma düşmemek için ne yapmalı. Duyguları ve yaşananları yaşamın içinde var olan hisler olarak kabul edip abartmamalı.

Biliyorum ki bu durumlara düşen ben ve benim gibi olan insanların diplere vuruşları bitmeyecek. İşte o zaman şu mısralarım dip’e vurmuşlara ithaf olsun.

Öyle bir haldeyim,
Hiçliğin sınırında
Bilinmezliğin yanında,
Bir acaip haldeyim
Dib’in dibindeyim…

 

Fedai Çakır

12 Ocak 2015, İstanbul