Etiket arşivi: fedai çakır

LAVİNİA SEVİLMİŞ AMA HİÇ SEVMEMİŞ

mevhibe-bayat_259195

Hani 14 Şubat Sevgililer Gününü kutlamayanlardanım ama bu gün 14 Şubat.

Hiç evden çıkmadım, biraz kırgınlık var üstümde, İş arkadaşımla konuştum, biraz dertliydi bu gün. Hani haksızda sayılmazdı.

Teknede rakı balık mı yapsak dedim, ama tek ben değildim üzerinde kırgınlık olan.

Uyudum uyandım sonra alışverişe gittim bu gün, kuru fasulye ve pirinç aldım akşama kendime ziyafet çekmek için.

Sosyal medyaya paylaşım attım “AŞK: Kuru fasulye, Pilav ve Cacık…” diye.  Altına yorum yazanlar oldu;

“Pastırmalı mı?”, “Bide soğan” “Yanında birde turşu” bir de beğenenler vardı tabi.

Sonra çeşitli yazılar okudum; Özdemir Asaf‘ın platonik bir aşkla tutunduğu kişinin  Mevhibe Meziyet Beyat olduğunu öğrendim. Yani “Lavinia” bu kişiymiş.

Asıl acı olanda kadının yani  Mevhibe  Meziyet Hanımın, Özdemir Asaf’a hiçbir zaman âşık olmayışıydı.

Mevhibe Meziyet Hanım ya da bildiğimiz adıyla Lavinia sevilmiş ama hiç sevmemiş meğer Özdemir Asaf’ı.

Biz ise hala okurken şiiri ne büyük aşkmış deriz.

LAVİNİA

Sana gitme demeyeceğim.
Üşüyorsun ceketimi al.
Günün en güzel saatleri bunlar.
Yanımda kal.
Sana gitme demeyeceğim.
Gene de sen bilirsin.
Yalanlar isteyorsan yalanlar söyleyeyim.
İncinirsin.
Sana gitme demeyeceğim.
Ama gitme Lavinia.
Adını gizleyeceğim.
Sen de bilme Lavinia.
(1)

Hani 14 Şubatya bu gün, kırgınlık var ya üzerimde, arada bir ağzımı açarak gözlerimi hiç kırkmadan bir yere dikip,

Hapşuuu” “Hapşuuuu

İnsanın “çok yaşa” diyeni olmalı be Lavinia.

Fedai Çakır

14 Şubat 2014, İstanbul

(1) Özdemir Asaf

TAVUK DÖNER EKMEK, VARSA BİDE AYRAN

hisar44

Sabah kalkıp da işe gidecek işi olanlar işlerine koşar adım yetişme telaşında hızlı hızlı hareket ederler, İşi olmayan ise ya uyu yada yeni her köşe başında biten çay ocaklarında soluğu alırlar. Cinsiyet ayrımcılığı yapayım burada sadece erkeklerden bahsediyorum.

Son yıllarda küçük küçük bir yada iki tane çalışanı olan bir kaç masası olan dükkanlar türedi. Bunların başında hızla ülkenin her yerini saran çiğ köfteciler oluştu.

Bilimsel bir araştırma yapmadım ama bakkalın az bir fark büyüğü, marketin baya küçüğü, marketten bozma, bakkaldan şevk alma yapılaşmalardan feyz alarak ortaya çıktığını düşünüyorum bu çiğ köftecilerin.  Öyle ya bu minik market bozmalarının birinin ilk 500 zenginin arasında olduğunun da düşünürsek bu çiğ köftecilere hak vermemek elde değil. Baya baya meşhur isimli olanlarda oldu tabi.

Sonrasında bir baktık ki köşe başlarını çiğ köftecilere kaptıran küçük küçük çay ocakları türemeye başladı mahalle aralarında. Derin sohbetlerin daha çok avare insanların, emeklilerin öğrencilerin mekanı olmuştu bu mekanlar. Her ne kadar bazı şehirlerde bazı örgütlerin yuvalanıp adı üstünde örgütlendiği söylense de vazgeçilmez küçük dükkanlarımızın arasında yerini almıştı bu çay ocakları.

İşine gidip açıldığında, yada bir çay ocağında pinekledikten sonra karnı zil çalanların imdadına yetişen küçük küçük Tavuk ekmek Döner büfeleri dogmaya başladı. Fakirin yoksulun imdadına yetişmişti bu dükkanlar, mahalle aralarında hastane yakınlarında ve iş yerlerinin yoğun olduğu her yerde vardılar artık.

Pıtrak gibi Tavuk ekmek büfeleri doğdu her yerde, çiğ köftecilerin her yerde olmaları gibi…

Bir ayda yetişkin tavuk olup kesilen ve en ucuz et diye bizlere sunulan.  2.5 TL’ye yarım ekmeğe bizlere servis edilen, bu kıymetli yiyeceği yiyen onlarca insan doldurmuş bu büfelerin içerisini…

Alım gücünün düşmesini sorgulamayan ve sadece yarım ekmek tavuk yeyip şükreden toplum olmuşuz…

Ver usta şuradan yarım ekmek içine döner, turşusu bol olsun…

……

Ayran mı? (kısa bir cep yoklanır)

Kalsın be usta….

 

Fedai Çakır

3 Şubat 2015, İstanbul

 

“HEP UMUT VAR HER ŞEYİN İÇİNDE”

umut

Fikir üretmek, var olmayan bir şeyleri düşünmek, olmayacak gibi konuların olması için projeler, programlar yazmak.

Son üç yıldır yüzlerce proje yazdım, televizyon programları konsepti geliştirdim, değişik alanlarda AB projeleri geliştirip yazdım, ulusal, uluslararası projeler geliştirdim, sanattan edebiyata, bilimden sosyal projelere kadar bir çok özgün şeyler tasarladım yazdım.

Birileri hep bir şeyler istedi; televizyon programı dediler yazdım, yarışma programı olsun dediler geliştirdim, film için senaryo olsun şuraya verelim buraya verelim dediler yazdım, AB projesi dediler yaz dediler yazdım, sosyal sorumluluk projesi yapalım dediler geliştirdim yazdım, reklam olacak şu kuruma dediler oturdum reklam yazdım, internette bir proje olsun dediler, öğrendim yaptım geliştirdim bunların karşılığında hiç para talep etmeden yaz dediler yazdım…

Yüzlerce klasör halinde proje beklemekte hem de özgün yasal telifleri bana ait olacak şekilde yazdım geliştirdim hazırladım. Birde teliflerini alabilmek için paralarda harcadım.

Dedim ya son üç yıldır hiç bıkmadan usanmadan projeler yazdım insanlara, yaz dediler yazdım, olacak dediler yazdım, karşılıksız yaz dediler yazdım… Yüzlerce yazdığım projelerden hiç biri olmadı ve ben bu akşam soğukta yeni bir proje daha yazdım…

Niye mi?

Sadece tek bir nedenden dolayı… Asla vazgeçmemem ve hep bir umut….

Edip Cansever’in dediği gibi işte;

Sıkıntı var, boğuntu var, tedirginlik var, çirkinlik, yalan,
her şey var
ama hep umut var her şeyin içinde.

 

Fedai Çakır

24 Ocak 2016, İstanbul

ÖNER CİRAVOĞLU İLE TAVLA OYNAYIP KEDİ SEVDİK

LODOS BURSA DERGİSİNDE YAYINLANAN YAZIM

1
Öner Ciravoğlu, Beşiktaş’ta kedi severken. Kedi tavla oynamayın beni sevin diyince oyuna ara verdik.

Öner Ciravoğlu; Remzi Kitap evi genel koordinatörü, yazar, şair ve edebiyat aşığı bir insan.

Beşiktaş da bir cafede oturup tavla oynayıp, kedi sevdik ve Lodos Dergi olarak kendisine edebiyattan, yayıncılıktan ve daha bir çok konudan sorular yönelttik.

Röportaj: Fedai Çakır

  • Siz sadece yayın koordinatörü değil şair ve yazar tarafı ağır basan bir insansınız. Yazdığınız kitaplardan ve mutfağınızda olan yazdığınız eserlerden biraz okuyucularımıza söz eder misiniz? Neleri okuyabileceğiz ilerleyen zamanlar da sizin kaleminizden?

-Yaptığımız iş epey zamanımı alıyor kuşkusuz. Bazen yayınevine gelen dosyalar da göz atmak gerekiyor. Kabul edilen dosyalar üstünde de çalışıyoruz. Editöre notlar hazırlıyoruz. Çoğu kez kitabın adı üstünde tartışıyoruz. Teknik sorunlara (bölümler, resimler vs.) çözüm buluyoruz. Bunlar mesaimin tümünü alıyor. Dayamayıp bir de esere son okuma yapmak gerektiği zaman bırakın özle çalışmaları gazete bile okuyamıyorum.

  • Yazma konusunda yeni yazmaya başlayan ya da yazan kişilere yazma ile ilgili önerileriniz var mı?

Bunu yazar atölyeleri çok güzel yapıyor. Örneğin Cem Akaş ve Semih Gümüş yararlı bir çalışma içindeler. Bugünlerde Bilgi Üniversitesi’nde de başlamış sanırım. Unutmadan söylemek isterim. Irmak Zileli de okuma atölyesi yapıyor. İlk tanışma toplantısında çok olumlu izlenimler edindim.

  • Kitabını yazıp bitirmiş yazar adaylarına, yayın evlerine müracaat etme şekilleri, hangi yollarla başvurmaları halinde kitaplarının basılma şansı yakabileceklerini? Ya da yeni yazarlar kitaplarını bastırma şansları var mı?

Öncelikle yazdıkları metni iyi değerlendirmeliler. Bu eseri hangi yayınevine göndermek gerek diye düşünüp araştırma yapmalılar. Örneğin hiç şiir kitabı olmayan bir yayınevine göndermek yersiz olur. Hep çeviri esre yayınlayan yayınevine göndermek doğru olmaz. Ayrıca kısa bir biyografi ile kitabın ana fikrini de yayıncıya iletmekte yarar var. Bir de herkes kendi yazdığı eseri bulunmaz Hint kumaşı sayar. Tamam yazar esrine kıskançlıkla sahip çıkmalı ama acaba bu tür kitaplardan başka var mı? Yoksa benim yazdıklarım bir taklitten öteye gitmiyor mu? Yazım kurallarına uyabilmiş miyim? Bunları da düşünmeli. Çoğu yazar kendi yaşamından esinlenince herkesin ilgileneceğini sanır. Hiç de öyle değil…

  • Kitap okuyan sayısının azlığından şikayet edilen bir ülkede her yıl binlerce kitap basılması konusunu nereye bağlıyorsunuz. Yayınevleri gerçekten zor şartlarda mı mücadele ediyor?

Evet, çok kitap basılıyor. Yayıncılık bir anlamda biraz uzmanlaştı. Bir de butik yayıncılar da çoğaldı. Örneğin yalnız teknik ve kişisel gelişim kitapları çıkaran yayınevleri var. Yalnız bestseller aşk romanları çıkaranlar var. Yalnızca edebiyat kitaplarına yer verenler de var. Örneğin İnkılap Kitabevi her alanda kitap yapar. Can yayınları, Yapı Kredi edebiyat ağırlıklıdır. Bu listeyi uzatmak mümkün,,. Bir de yalnız polisiye çıkaran, yalnız müzik kitapları, sinema kitapları yapanlar da var. Şartlar elbette çok zor. Eskiden cep harçlığı ile yayıncılık yapılabiliyordu. Şimdi bunlar 3-4 kitaptan sonra piyasadan siliniyor. Şimdi biraz sermaye gerekiyor. Telif hakkı ve reklam giderleri çok önemli. Yoksa kitabınız satılmaz.

  • Türk yazarların eserleri çeviriler karşısında yeterli raflarda yer bulabiliyor mu?

Tanınmış yazarsa hemen raflara çıkar. Pek tanınmamışsa yayınevinin hatırına çıkar veya iyi reklam verilmişse… Çeviri veya yerli diye bir ayrım olmaz sanırım. Yabancı yazar tanınmışsa listede otomatik olarak yükselir.

içerik
Öner Ciravoğlu ve Fedai Çakır.
  • Yazar, yayıncı arasında vefa var mıdır? Ya da olmalı mıdır

Elbette olmalıdır. Şimdi bazı yazarlar futbolcu gibi transfer piyasası oluşturdu. Bazı yayınevleri de satış kaygısıyla bu topa giriyor. Kimsenin tavuğuna kışt denmeyecek bir ortam olsa daha iyi bence. Ama kazanma hırsı vs. Daha fazla konuşmayayım artık…

  • Yayıncılık dendiğinde ne gibi zorlukları var bu alanın?

Bir kez yayıncı maliyet hesapları yapıp kitaba bir fiyat koyuyor. Tıpkı ekmek, kibrit fiyatı gibi… O fiyatla oynamak mümkün değil. Buradan dağıtımcıya epey bir pay veriyor. Neredeyse yarısına yakın. Kalanın yarısından çoğu da üretim giderleri ve telif… Eğer kitap tükenmediyse vay yayıncının haline… Zararda demektir. 20 liralık bir kitapta kitabın tümü satılsa yayıncını kazanacağı kitap başına en çok 2 TL dir. Gel de geçin bakalım. O nedenle yayıncı kitap çeşidini artırmaya çalışır ki, daha çok kitap piyasada dönsün ve 2 TL’ler çoğalsın, bir yekun tutsun.

  • Okuyucularımıza önerebileceğiniz ilk on kitap hangi kitaplar olurdu? Doğrusu bana deseniz ki Isısız Ada’ya düştün, yanına 10 kitap al bakalım. O zaman sayarım. Ama sizin okuyucularınıza ne önerebilirim? Ancak başlangıç kitapları… Saymaya çalışayım: Don Kişot (Cervantes), Robinson Crusoe (de Foe), Pick Wick’in Serüvenleri (Dickens), Anna Karenina (Tolstoy), Suç ve Ceza (Dostoyevski), Madame Bovary (Flaubert), Tutunamayanlar (Oğuz Atay), Kiralık Konak Y. K. Karaosmanoğlu), Çalıkuşu (R. N. Güntekin), Nazım Hikmet’in şiirleri… Böyle giderse 100 eser saymam gerekecek. Son bir not: şiirden vazgeçmeyelim. Şiir umuttur, yaşama sevincidir. Ama ülkemizde herkes şair ve şiir kitabı hiç satılmıyor.
  • Çok teşekkür ederiz.

 

ÖNER CİRAVOĞLU; Şair ve yazar (Trabzon, 13 Şubat 1948). Trabzon Lisesi’ni bitirdikten sonra öğrenimini AÜ Hukuk Fakültesi’nde (1966), Karadeniz Teknik Üniversitesi Jeoloji Bölümü’nde (1971) ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü’nde sürdürdü. YAZKO (1979) ve Cumhuriyet Kitap Kulübü’nde (1983) yöneticilik; Alfa, Literatür, Şimşek Yayınevleri ile Remzi Kitabevi’nde editörlük yaptı. TYS’nin Güzel Yazılar dergisini çıkardı (2003-5), bir dönem TYS 2. Başkanı oldu. Edebiyata dergilerde şiir yayınlamanın yanı sıra kitap tanıtım yazılarıyla başladı. Kitabevi kurdu ve yönetti. İlk dönem şiirleri Kalepark (1995) adıyla çıktı. Derleme çalışmaları ve okullar için yardımcı kitaplar da hazırladı. Remzi Kitabevi yayın koordinatörü olarak çalışıyor. İlk şiiri 1965’te Trabzon’daki Son Haber gazetesinde, ilk yazıları Savaş (Trabzon) ile Hasan Hüseyin’in yönetiminde Forum (Ankara), Tekin Sönmez yönetimindeki Yansıma dergilerinde yayımlandı. Daha sonra Edebiyat Cephesi, Yeditepe, Saçak, Yazko Edebiyat, Çerçeve, Varlık, Cumhuriyet Kitap, Radikal Kitap, Adam Sanat, Gösteri dergileriyle Cumhuriyet gazetesinde göründü. Köşe yazarlığına günlük Kuzey Ekspres’le (Trabzon) başladı, aylık Remzi Kitap Gazetesi’nde sürdürüyor. Eserleri: Deneme: Sevgi Yazıları (1986, Öner Kemal imzasıyla), Okuma Gözlüğü (2010 – Kavis Kitap). Şiir: Kalepark (1995), Bitmeyen Yüzyıl (2009 – Kavis Kitap). Araştırma: Çocuk Edebiyatı (1997), Büyük Yolların Haydutu/Attila İlhan’ın Fotoğraflarla Yaşamöyküsü (1997). Derleme: Tüm Belirli Günler, Haftalar (1987), Atatürk ve Kurtuluş Günleri Şiirleri Antolojisi (İ. Gündağ Kayaoğlu ile), Bir Tutkudur Trabzon (İ. Gündağ Kayaoğlu ve C. Akalın ile 1997). Uyarlama: Samed Behrengi’den 10 Kitaplık Çocuk Dizisi (2000).

lodos kapak