Fotoğraf temsili olarak internet ortamından alınmıştır.
Toplu taşıma aracına binenler bilir araçlarda sık sık olmasa da ara ara bazı anonslar yapılır. “İnenlere yol verin” “Yaşlı ve hamile kadınlara öncelikli yer verilmesi” gibi.
Bu anonslara eklemek mi gerekir acaba yaşlı demek “Elden ayaktan düşmüş, hareket edemeyen demek değildir” diye.
Çocukların yetişmesinde annenin tavır ve davranışları çok önemli. Son yıllarda toplu taşıma araçlarında gözlemlediğim konulardan biri. Kadınların kendilerine oturacak yer edinmesi ve yanında ki çocuğuna yer edinmesi durumunda büyük erkek yada kadın gelmiş olsa da çocuğuna “kalk yavrum büyüğün otursun” kelimelerini kullanmadıklarını üzülerek görüyorum.
Mecidiyeköy’den bindiğim otobüste 50’li yaşlarda ve 50’li yaşların üstünde bir çok kadın ve erkek ayakta seyahat ederken, 15 – 30 yaş arası bir çok genç oturmaktaydı.
Ben annem ve babamın yanında asla otobüste oturamazdım, illa yaşı büyük insanlar olurdu otobüste, hem o zamanlar bu kadar lüks, rahat edebileceğin toplu taşıma araçları da yoktu. Ben oturmaya kalksam başta annem sonra babam bana kesinlikle kızarlardı.
Peki ne odluda gençlik bu kadar duyarsız, umursamaz ve görmezden gelen tavırlar içinde.
Bir arkadaşım anlatıyor. “En arka koltuk da bir kadın yanında çocuğu ile oturuyor. Başka kadın oturacak bulamıyor ve ayakta insanlar olduğu için kadına yaklaşıyor diyor ki; “çocuğu kucağınıza aslanızda otursam” diğer kadından cevap “ama burası iki kişilik”.
Günümüz gençlerimizin bu halde olması biz yetişkinlerin marifeti olduğunu düşünüyorum. Sadece toplu araçlarda değil ki her konuda gençlerimizi yetiştirirken eksiklerimiz es geçtiğimiz yönlerimiz var. Bizler çocuk yetiştirmeyi;
Yarış atı gibi sınavlara girmesi için gerekli eğitim denen eğitimsiz düzene adapte etmek gibi algılamışız.
Ahlak nedir?, Örf ve Adet nedir? ve Saygı nedir? bilmeyen bir gençliğin varlığı “Türkiye Varlığına” armağan olsun.
Toplu taşıma araçlarında sürekli konuşup, bütün araç içinde olanların o konuşanın dertlerini yada geyik muhabbetini dinlemek zorunda kalmasına ne demeli. Bir anons da bu görgüsüz, kural bilmeyenler için de yapılmalı.
“Toplu taşıma araçlarında mecburi, acil bir durum olmadığı zamanlar telefonla konuşmak araçtaki insanlara saygısızlıktır” diye.
Saygıyı uzakta arama, saygı önce aile içinde başlar sonra toplumun diğer katmanlarında devam eder.
İstanbul gibi metropol şehirlerde yaşamlarının nasıl geçtiğini ve nasıl insanların yaşamları olduğunu bir çoğumuz bilemeden yaşar tüketiriz.
İstanbul çok çok fakir insanları da bulundururu bünyesin de ve başka hiçbir yerde göremeyeceğiniz minti milyonerleri de. Ne zengin fakirin farkındadır pek, nede fakirin zengin. Her insan sanki kendine biçilmiş bir yaşam hikayesini yaşamak için bir şeyler yapıp gider bu şehirde. Belki de birbirinin farkında olsaydı bu insanlar daha yaşanır olurdu şehir.
“Zenginin parası züğürdün çenesini yorar” ata sözüne örnek olacak bir hikaye anlatacağım size. Biraz çenemiz yorulsun diye.
Geçenlerde ülke adı vermeyeceğim İstanbul’a ziyarete gelen bir Avrupa devletinin şehircilik bakanı ile yine başka bir Avrupa devletinin Cihangir yokuşun da bulunan konsolosluğunda bir davete gittim.
İçerisi zenginlik kokan, beyaz perdede dünyanın en lüks otomobillerinin logosunun yansıdığı bir ortama girmiştim. Önden iki sıra protokol’e ayrılmıştı. Bende ikinci sıraya yerleştim. Birinci sıra dolmuş ama ikinci sıra dolmamıştı. Arka sıralar tamamen dolu zaten belli sınırlı sayıda davetlinin olduğu bir etkinlikti.
Ön sırada protokollerin arkasında kredi kartı gibi bir şey yerde duruyordu, dikkatlice baktım. Tekrar baktım.. İçimden.
Yok ya değildir
Hadi canım değildir
Ama o be valla o her gün kullandığından
Gerçekten ona benziyor tanıdık dost bu
Eğildim yerden aldım ve yüzünü çevirdim. İstanbul Büyük Şehir Belediyesinin toplu taşıma için sattığı “İstanbul Kart” (Eskiden Akbil) değil mli?
Ne yapacağımı bilemeden şöyle bakındım, o sırada görevli gençlerle göz göze geldim ve onlara dönerek gayri ihtiyari “bu kimin diye de sorulmaz ki şimdi” dedim. Gençlerden biri valla sorulmaz dedi bir kahkaha attı sessizce diğeri de içi dolumudur onun dedi.
Çaresizce kartı ceketimin iç çepine koydum.
Birkaç saat sonra Eminönü’nde çok güzel bir lokantada heyet olarak yemek yedik ve ben heyetten ayrıldım. Otobüs durağının yolunu tuttum. Tam İstanbul kartımı çıkarıp basacaktım ki aklıma geldi. Hemen ceketimin cebine gitti elim. Çıkardım bastım.
Dit dit gulu gulu ses çıkardı ve rakam yazıldı.
Kalan bakiye: 82 TL
Bir kez daha anladım ki hayat adil değil, hayat ve yaşam hakkı hiçte eşit değil, gelir düzeyi de hiçte birbirine yakın değil.
Fakir 5 TL 10 TL doldurup ay sonunu getirirken, zenginin Akbil’i de zengin.
Birazdan bu yazımı yazıp gazeteye mail attıktan sonra çıkıp biraz dolaşacağım. Zenginin Akbil’ine Dit dit gulu gulu ses çıkardıracağım.
Malum siyaset, futbol deyince toplum olarak abartılı bir taraftarlık, siyasi görüş belirtmeler, en çok da ben bilirim havası toplumun her kesimine yaygın şekilde hakim olduğunu herkes ufak bir gözlemleme ile anlar.
Neden ise düşüncelerimizin sahibi biz olacağımıza sanki düşünceler bizim sahibimiz gibidir. Futbolda takım tutmanın fanatikliği belli oranda anlamaktayım Çocuklukta gelişir Galatasaraylı olmak (Galatasaraylı olduğumdan direk bu takımı telaffuz etmemde yazının bire bir anlatmak istediğini işaret ediyor). Fakat siyaset öylemi çoğu zaman gençlik yıllarında yada daha sonrasında bizlerin düşüncelerinde hasıl olur ve benimsediğimiz görüşü savunuruz. Lakin ne olursa olsun siyasette yanlış olan görüş ister kendimize yakın olan görüşte olsun yada başka görüşte olsun insanlar yanlışa karşı ortak duruş sergileyeceğine tam tersine siyasi görüşüm emretti diye o görüşün yanında savunmaya geçmektedir. Fanatizm gibi siyaset yapılmaktadır.
Bilenler bilir ben uzun zamandır siyaset yazılarını yazmayı bıraktım, bu yazımda bir siyasi yazı değil anlatmak istediğim işte bu takım tutma ruhu ve siyasi parti tutma ruhunun ayrımcı yapısı hayvan severler tarafında da oluşmuş durumdadır. Hiçbir konuyu sağ duyu, akıl ve vicdanla bakmadığımız gibi bu konuda da bir taraftan bakmaya devam ediyor adete hayvan sevme konusunda da bir eksi artı oluşmuş nötr ortak buluşma noktası oluşmamış maalesef.
Bunun en güzel örneğini siyasi ve futbol örneklerinin sergilendiği sosyal medyada görmek mümkün. Nasıl A partinin paylaşımına B partidekiler küfür hakaret ve acımasızca eleştiriler de bulunuyorsa, nasıl bir futbol takımın taraftarı diğer futbol taraftarını acımazsıca eleştirip, hakarete varan yazılarla söylemlerle karşılık veriyorsa hayvan severler arasıda da bu durum böyle olmuş.
Bir evcil hayvan grubunda bir paylaşımda bulunuyorum. Kutu içerinde tavukçunun önünde uyumuş bir köpeğin fotoğrafı. Not yazıyorum paylaşımda “Kutu kutu pense bu bi güzel yense.. Bafra sokaklarından tavukçunun önü. Tavukçunun bakımı ve himayesinde.Tek gözle de beni seyrediyor.” diye
Fotoğraf: Fedai Çakır
Bir yorum geliyor altına şu şekilde yazıyor. “Yapıyorsun bi iyilik hakkini ver bari. Çok mu? zor güzel bi yuva hazırlamak. Yinede Allah razı olsun.”
Bu güzel köpeğe yuva hazırlamak elbette zor değil lakin köpek tavukçuyu ve orada ki esnafı zaten kendine yuva bellemiş oradan yıllarca ayrılmıyor. Kaldı ki köpeğin doğasında bir yeri mekan bellemek ve orayı koruyup kollamak var.
Yukarıda ki yorumu yazan arkadaş aslında yorumda bana göre gereksiz ama yinede acımasız olmayan bir yorum yazmış. Bir çok kişi sadece kişisel duygu yüküyle acımasız yorumlar da bulunabiliyor. Bunun da nedeni bana göre sosyal medyada çok fazla hayvanlara şiddet videolarının yer alması. İnsanlar sokakların hayvanlar için tamamen güvenilir olmadığı yönde düşünüyor. Halbuki bütün insanlar esnaflar kötü değil ve sokaklarda bu canlarla yaşayan, onlara bakan güzel insanlar var.
Kişisel olarak sokak hayvanları konunda;
Kısırlaştırmaya karşı değilim, aşırı üremenin daha çok telef olan sokak hayvanlarına yol açaçagını düşünüyorum. Tabi ki bu üremenin tamamen olmasın soyları tükensin anlamında anlaşılmasın.
Barınaklara da karşı değilim, ama bu barınakların hepinsin düzgün olduğu her barınakta düzgün işler yapıldığı anlamına gelmiyor. Barınakların iyileştirilmesi, mümkünse gönüllülerle ortak işletilmesi,sadece rehabilitasyon ve tedavi amaçlı olması bir hayvan hapishanesi olmamsının sağlanmasının gerektiğine inanıyorum.
Hayvanların sahiplendirilmesine karşı değilim, aslında özellikle köpeklerin serbest alanlarda istedikleri gibi özgürce yaşamsı taraftarıyım. Bir apartman dairesin de hapis olmuş köpekler yerine sokaklarda temiz sağlıklı koşullarda yaşam hakkı verilmiş, toplum tarafından kabul görmüş hayvan sevgisi ile ortak yaşamamız gerektiğinden yanayım. Var olan koşullarda elbette sahiplenip sokaklarda şiddet yada ölümlerle karşı karşıya kalmamsı için apartmanlara bile razıyım.
“Bir film çektim ve sloganımız şu olmuştu. “Sokak hayvanlarını sevmeyebilir siniz ama onlara yaşam hakkı vermelisiniz.”
Sokaklarda hayvanların insanlar ile yaşayabilmesi, özgürce sağlıklı ve beslenme imkanlarını sağlanması için önce birbirimizi sevmekle, sonra hayvanları ve bütün canlıları sevmekle olacaktır. Ama öncesin de birbirimize hoş görü, saygı ve eleştirmeden de anlamaya çalışmakla olacaktır.
Fikirlerinize katılmıyor olabilirim, sizde bana katılmıyor olabilirsiniz ama en az sizin kadar sokak hayvanlarını seviyor ve onlara yaşam hakkı verilmesi için mücadele ediyorum.
Son söz Goethe’den gelsin; “Bir semtin sokak hayvanları, sizden kaçmıyorsa orada yaşayın. Çünkü komşularınız güzel insanlardır.”
Ağustos ayında çekimlerini tamamladığım “Sokak Köpekleri Bal ile Betty” filminin mayıs ayının son haftasın da vizyona gireceğini sizlere müjdelemek isterim. Film için daha geniş bilgi almak ister iseniz internet sitemizi ziyaret edebilirsiniz. http://sokakkopekleribalilebetty.com
Çalışmanın emeğin sonucuna inanan ben, film’in jeneriğini hazırlarken fark ettim ki Film’e çok insanın eli değmişti. Ve bu insanların hiç biri menfaat gözetmeden bu işi yapmıştı ki bu çok öneli bir konu. Menfaat kayırmadan bu kadar çok insanın bir araya gelmesi artık Türkiye’mizde hemen hemen imkansız gibi bir şey. Eskilerin imece usulü dedikleri bu olayı biz çocuklar ve hayvanların etrafında toplanarak bu filmde yapmışız.
Ben bir çocuk filmi çektim, Türkiye’de bir ilki de yaptım film de başrollerde hayvanlar ve çocuklar var. Yetişkinler aslında yardımcı rollerdeler. Peki seyredilir mi? Bekleyip göreceğiz. Tabi bekleyeceğiz derken biz film çekimi sırasında yaptığımız gibi bu aşamada da imece usulü çalışmaya devam edeceğiz. Özellikle ana sınıfları ve ilk öğretim sınıflarının bu filme toplu gösterime gitmeleri için çalışacağız. Toplu gösterimlere giden okullara köpeklerimizle ziyarete gideceğiz. Tabi bizi kabul ederlerse. Hayvan sevgisini, arkadaşlık, dostluk, paylaşma ve aile olma sevgisini ülkenin her yerine taşıyacağız. Yada taşımaya çalışacağız. Bu imece’nin içerinse sizleri de bekliyoruz. Hadi bir EL de siz atın filmimize.
Bizim filmimiz konusunun değişikliği, Türkiye’de bir ilk olması ve kimsenin ticari kaygılarla çocuk sineması yapmamsı gibi nedenlerden dolayı vizyona girme şansı yakaladı. Lakin bir çok güzel iş ya vizyona girme şansı yakalamıyor yada gişede batıp gidiyor.
İşin içine girince şahitlikleriniz artıyor. Benim de öyle oldu. Bol bol seviyeli seviyesiz komedi filmleri çekilme furyasında olan bir Türk sineması var. Sinema sektörünün içinde olan kişiler sinema izleyicisinin KOMEDİ dışında hiçbir şey izlenmiyor sanıyor. Bu nedenle herkes bir komedi filmidir tutturmuş gidiyor.
Bir dönemler salonlar kapanmış, sinema ülkemizde bitme noktasına kadar gelmişti. Bu noktanın öncesinde de seviyesiz seks komedileri almış başını gidiyordu. Önce izlendiler sonrasında ise var olan kaliteli sinema izleyicisini de küstürdüler.
Sinemadan vazgeçmeyecek bir izleyicinin olduğunu kabul etmek gerek, lakin bu izleyicisi de şu an küsme noktasındalar. İstedikleri kalitede olan filmler salonlarda yer bulamıyor bulanlar ise birkaç gün içinde gösterimden kalkıyor.
Tamam gülelim gülmesinde sonrasın da sinema izleyicisini bu kalite yoksunu filmlerle küstürüp kendi acınası halimize gülmeyelim.
Kabule etmek lazım çok kaliteli komedi filmleri de var ama sırf izleniyor diye kalite yoksunu komedi filmi çekimleri hayli çogaldı.
Sanmayın ki izleyici “Gülmekten başka şey seyretmiyor.”
Yazar, Yönetmen, Televizyoncu, Gazeteci, Tiyatrocu, Yayıncı, Oyuncu, seo, Sosyal medya uzmanı, v.s. İşte….. "İNSAN" ol yeter aslında…. KEDİ BABASI… Sokak Köpekleri BAL İLE BETTY’nin dedesi